Bu yazının devamı olacağını günler önceden belirtmiştim. Devam ediyorum.

Yerel siyasetin duayen ismi sayın Ali Sezal’ı anlatan köşe yazım üzerine çok kişiden müspet tepkiler aldım. Tebrikler aldım. Aldıkça, duydukça da bu değerli dost için bir kere daha gurur duydum.

Milletvekilliği, belediye başkanlığı gibi koltuklar gelip geçiyor. Koltuklar, makamlar kimseye baki değil. Mahkemenin kadıya mülk olmadığı gibi…

Şimdi siyasetin ulu çınarı dedim ya, telefonum var kendisinde, arayacak, “Yahu Fiskeci, beni çok fazla övme!” diyecektir, eminim. Boş ver, ne derse desin, Ali bea’yı da, bizi de bilen bilir.

Kırlangıcı Yemen’den soracaksın!

*

Şimdikilere bakıyorsun, çalım çehresinden yanlarına yaklaşılmıyor. Kibir abidesi sanki. Bakın, ders niteliğindeki şu sözlerini nereye koyacaksınız; “Halkın desteğini arkanıza alırsanız hiçbir şeyde zorlanmazsınız. Fakat muhalefette olduğunuz için bizi zora sokacak işler de olmadı değil. Bir örnek vereyim; belediye başkanlığım döneminde, önceki başkan Hacı Ali Özçal’dan kalma Mercedes 280 S marka makam arabası vardı. Belediyeyi devir aldıktan sonra İçişleri Bakanlığından bir yazı geldi. Makam aracını Bakanlık emrine istiyorlar. Dönemin İçişleri Bakanı Kahramanmaraş’ta valilik yaptığı için yakından tanıdığım Abdulkadir Aksu’nun yanına gittim. Makam aracının neden istendiğini söyledim, o da bakanlık emrinde kullanılacağını söyledi. Aksu da babası da beni iyi bilir, makam arabasına binmem, bir Kartal marka aracım var, sabah gelirim, akşam da aynı aracımla evime dönerdim. Makam aracını da sadece Ankara’ya gidip geldiğimde, yani resmi işlerde kullanırdım. Sonuçta makam aracımı Ankara’da bıraktım geldim.”

Bırakın kişisel araçlarını kullanmayı, tuvalete bile giderken makam aracını özel işlerinde kullananları bu millete unutmadı, unutmayacak! Gezmeye, tatile gitseler bile…

Evet, kibrinden, çalım çehresinden yanına yaklaşılmayanlar, bu ibret dolu sözler size neyi hatırlatıyor acaba?

*

Biz onu biraz avcı biliriz. Biraz da silahı meraklı olduğunu biliyorduk. Ama belediye başkanı olunca yetkisini kullanarak silah almak istediğinde, bakın neler yaşamış, neler; “Dönemin Valisi Mustafa Demir’e giderek silah ruhsatı için onay istedim. Bana, ‘yetki bende değil, İçişleri Bakanlığında’ diyerek yazımı Bakanlığa havale etti. Gittim Ankara’ya, yine dönemin İçişleri Bakanı Aksu’nun yanına vardım. Maraş’ta tanıdığım için abi diyerek hitap edip evrakıma imza atmasını rica ettim. Aksu, evrakıma imza atmadı, bir muhtar alabiliyor, fakat belediye başkanı olarak biz alamadım. Sebebini sordum, seçimleri ima ederek, ‘sen bizi yıktın!’ dedi.”

*

Küçük bir hatıra…

Bir gün şahsi bağına davet etti bendenizi. Sanıyorum Gafarlı’daydı. Yeğenim, o zaman Aksu Televizyonunun haber müdürü olan Hami Fiskeci ile gitmiştim. Ali beyi severim, o yüzden çok da takılırdım. “Bir siyasetçiler, bir de gazeteciler avantayı sever!” derdim, gülerdi.

Kendi bağı üst kısmında, neredeyse tepede duran bir bağ evini gösterdim, ‘kimin?’ dedim. Kimin olduğunu bildiğim halde, muziplik yapacağım ya, o zaman yıldızı barışmayan bir siyasetçiye ait olduğundan ser verdi, sır vermedi.

Ama sinirlense de sonunda söylemek zorunda kalmıştı.

İzzet ikram severdi, elleriyle o gün bizi besledi dersem abartı olmayacak!

En azından gülümserdi, dosttu ve yine en çok da samimiydi. Dünün ve bugünün siyaseti kıyaslandığında, her daim şükranla, sevgi ve saygıyla anılacak Sezal, riyakârlığı, samimiyetsizliği, yalanı, üç kağıdı bilmez, sevmez, prim de vermezdi.

Eee, bea olmak kolay ve her babayiğidin harcı değildi.

*

Evet, sigara tiryakisiydi, çok içerdi. Şimdi inşallah bırakmıştır. Sigara içme yüzünden yaşadıklarını anlatırken, bir gün yolu Çağlayancerit’e düşmüş. Partiye üye yapacak adam bulacak. Anlatıyor; “Hatta belediyede adayları yok denmesin diye ilkokul diplomalı birini bulsam hemen aday yapacaktım. Çağlayancerit’te birini buldum, yalvarıp yakarıp aday olmaya ikna ettim. Maraş’a yanıma geldi; ‘aday olurum ama gidip çalışmam’ dedi. Tamam dedim, yeter ki aday ol gidip çalışma dedim. Sonra bir sigara yaktım, ‘ben sigara içenlerin partisinden aday olmam’ demez mi, yarım saat tekrar yalvardım, adam aday olmadı.”

Bugünü kıyaslarken, basının önemine de vurgu yaparak, basına hak ettiği değeri de veriyordu.

Birilerinin kulağına küpe olsun diye yazdım! Ve de hiçbir gazeteciye tavır koymaz, ambargo uygulamaz, küsmezdi.

Çünkü gönül adamıydı. Şimdikilerde gönül kırma olayı eksik değil. 

Sayın Sezal ile ilgili yazıma son notum, en büyük üzüntüsünün, Saadet’ten AK Partiye davet edilişi, dönemin AK Parti Genel Başkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın araması, Göksun civarında iken aradığı halde merhum Necmettin Erbakan’a cevap verememesi olduğunu, bugün bile onun pişmanlığını yaşadığını söylemesi, siyasete, insana, vefaya verdiği önemi anlatması bakımından kayda değerdi.

*

Şimdi ise…

‘Otu çek köküne bak!’ derler, oğlu sevgili Cihat Sezal da öyle. Terbiyeli, saygılı, bu şehir için canını dişine takıp çalışan dürüst siyasetçi. Milletvekili olarak babasının izinde. O’nun adına, soyadına, namına helal getirmemek için özveriyle çalışıyor.

Arkadaşıma, dostuma, siyasetin duayen ismi, ulu çınarı sayın Ali Sezal’a sağlıklı uzun ömürler dilerken, hayırlı evladı, beyefendi kişilik sayın Cihat Sezal’a da başarı dileklerimi gönderiyorum.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol