Aşağıda okuyacağınız yazı benim değil.

Değerli meslektaşım Bekir Doğan’a ait. Bir sabah namazı saatinde, Ulu Cami’ye giderken karşısına çıkan it ile yaşadığı duygusal ve dinsel dakikaları birleştirip, harika bir yazı döktürmüş. Noktasına ve virgülüne dokunmadan, olduğu gibi, aynen yayınlıyorum.

Belki alınacak ders çıkartırız içinden. Buyurun!

*

Kim ne anlar orasını bilemem ama ben samimi söylüyorum bir it bile olamadım..

    Bu hafta hüzün haftası ve duygusal bir hafta oldu.

    Yakın: Bacanağım Mehmet Çaylı damadı Ahmet Boynueğri ve Prof.Dr. Ahmet Hamdi Aydın hocamız genç yaşta hayata gözlerini yumdu.

    Böyle acıklı bir haftanın son günü : Cuma günü güne merhaba diyordum ki , bir it bile olamadığımızı anladım..

    Allah’ı bir it kadar tanıya biliyor muyuz ?

    Yeri , gövü yaratan Allah’ı onun peygamberini, meleklerini, kitaplarını ne kadar tanıya biliyoruz ? biz kimiz, sen kimsin ? ben kimim ? bu dünyaya niye geldik ?

    Herkes kendini bir ince hesaba çeksin !

    Şehrimizin güzel insanları ile her hafta Cuma namazında Ulucami de toplanıp sabah namazı kılıyor ve zikre katılıyoruz.. dua ediyoruz..

     Allah herkese helal kolay bol rızık versin diye dua ediyoruz. Sağlık istiyoruz, Allah ibadetimizi tam yapalım diye dua ediyoruz..

     Sabah evde Cuma abdestimi aldım.. düştüm yollara ki boş yollar , arabamı büronun önüne koydum.. Ulucami’ye doğru gidiyorum..

     Trabzon bulvarı Şekerbank önünde iki it yerde yatıyor: onları görünce , yazık soğuk da soğuk taş üzerinde yatıyorlar diye uzaktan sevdim..

     Bir hevesle köpek alıp, sonra sokaklara atanlara kızdım..

     Sonra Ulucami’ye doğru yol alıyorum: İnci saat önünde bir it.. İt değil mübarek Kurbanlık koç yada sıpa gibi bir şey !

     Şöyle göz göze geldik: Liseli aşıklar gibi bir birimize bakıştır..!

 Ayağa kalktı, sonra oturdu ama , beni bir lokma ede bilir böylesine heybetli bir it !..

     O bana bakıyor ben ona bakıyorum, bakışmalarımız Leyla ile Mecnun bakışmasından aşağı değil fazlası var..

     Nasıl ? nereye kaçayım bilemiyorum.. Gözü gözümde bir birimizden gözümüzü ayırmıyoruz..

     İçimden: Hey be it , arkadaşlarını sevdim , seni de seveyim izin ver Ulucami’ye gideyim diyerek geriye baktım, kaçacağım.. ama hangi tarafa , bir sıçramaya beni yakalar ve yer !

     Tam bu esnaf da : Minareden Allah-u Ekber sesi geldi..

     O it: yönünü kıbleye döndü, uluma değil, havlama değil, sanki bir yerine bir şey batmış da siniliyor gibi , hoca ile ezana iştirak etti..

     Kulak verdim: Hoca ile ezanı okuyor !

     Bu nasıl olur ? diye hayretler içinde biraz daha yaklaştım, dinleme başladım..

     Ezanı birlikte okudu, sonra boyun büktü , ezan bitince kapının önündeki pas pasın üzerine yattı.

     İt hakkında kötü düşündüğüm için kendimden utandım..

     Ahir ömrümde bugüne kadar sabah ezanı okunurken, eşek gibi yattığım için kendimden utandım..

     Vay be ben it bile olmamışım dedim pişman oldum..

     Yanına vardım: korkmadan başını okşadım, “ Özür dilerim it abi, ben it bile olamadım, hakkında kötü düşündüm, hakkını helal et özür dilerim,” diyerek sevdim..

     Bu it mi ? eli ayağı olan, sıcak yatak da yatan ben mi itim ? bu soruyu kendime sormaya başladım.. onun hakkında kötü düşündüğüm için helallik istedim..

     Çünkü biliyorum ki : Kul hakkı olduğu gibi hayvan hakları da var, Hac gidip haç yapan herkesin Allah günahını af ediyor, Kul hakkı ve Hayvan hakları hariç , çünkü bu ikisi ahrette haklarını o kişiden alacaklar..

      Bende özür diledim, helallik istedim, it bile olamadığımı yüzüne karşı söyledim sonra biraz sevdim ..

      Sevdim, sonra Ulucami’ye doğru yol almaya başladım..

      Ezana hürmet eden bir : İt , ya etmeyenler ?

      Ben kendim için söylüyorum, siz ne anlarsanız anlayın hangi yana çekerseniz çekin, ben o itin ayağını öperim, çünkü ben bir it bile olamadığımı bugün görüyorum..”

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol