Osmanlı Devleti’nin kuruluşu açısından büyük bir önem teşkil eden Şeyh Edibali gibi Anadolu erenleri etrafında toplanan bu zümrenin içinde beyler ve beylerin akrabaları sürekli bulunmuş ve bu tekkelere devam edilmiştir. İlginç olan Selçuklu devletinin merkezileştikçe ve yönetimde Farslaştıkça ona karşı isyan eden Baba İlyas’ın müritleri başka bir Türk devleti olan Osmanlı’nın kuruluşunda öncü rol almaya başlamışlardır.
Bu dönemdeki Osmanlı beyleri yeni ve gelişmekte olan bir Türk Devleti’nin göstermesi gereken bütün anlayışlı yaklaşımda bulundurarak hem dini hem de fıkhı bir taassuba girmeden herkese anlayışla yaklaşmış ve devletin gelişmesinde herkesimden maksimum fayda sağlamışlardır. Örneğin bir Osmanlı Sultanı olan Orhan bey’in Bursa’nın fethinde yararlılık gösteren ve bizzat kendi müritleriyle Kızıl Kilise mevkiini fetheden Geyikli Baba’ya bir araba yükü arak (rakı) hediyesi çok enteresandır.
Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde dini yapı olarak en dikkat çeken özellik, bu dini yapının fıkıh ya da kelam temelli değil, fakat gaza ruhuna daha uygun ve göçebe asabiyetine daha rahat cevap verebilen ahlaki ve tasavvufi bir ağırlık temelli olmasıdır.
Yine bu dönemin en belirgin bir özelliği de Heterodoks Türkmen-Oğuz kitlelerinin manevi liderleri olan,’’babalar, abdallar, Horasan Erenleri, Gazi Dervişler, Anadolu’nun batısındaki ‘’kâfir Bizans’’a karşı gaza yapan Osmanlı’nın gazi padişahlarıyla çok iyi anlaşmışlar, Sunnilik ya da Alevilik gibi fikirlerle henüz ayrışmamışlardır. Osmanlı Hükümdarları bu gaza ve fütuhatta hem Türk geleneğinde olan Kızılelmaülküsünü hem de bunu İslami açıdan destekleyen Cihat fikrini beraberce kullanmışlardır. Bu fütuhatlarda çok büyük yararlılık görsen Bektaşiler ve Bektaşilik, Türk kültürünün yayılmasında çok önemli bir rol oynamış, Osmanlı tarafından korunup desteklenmiştir. Bunun bir örneği, Budin’in (Budapeşte ) fethinde şehit düşen Gülbaba 'nın cenaze namazını bizzat Kanuni 'nin katılması ve Kanuni'nin emriyle ''Gül Baba Türbesi''nin yapılmasıdır.
Bu hoş görülü sufi tarikatlar Selçuklu döneminden başlayarak gayrimüslimlerin İslamı kabul etmesini kolaylaştırmışlardır. Ancak Anadolu’daki bu hoşgörü ortamı Endülüs’teki Müslüman ve Yahudilere karşı büyük Katolik zulmünü ve baskısını görerek gelen ünlü mutasavvıf Muhyiddin-i Arabi’yi çok şaşırtmış ve dönemin Selçuklu hükümdarı I.İzzeddin Keykavus’a başvurarak bu durumu şikayet etmiştir.
Bu dönemde yine gayrimüslimlerin kendilerini güvende hissetmeleri açısından daha önceki kanunlar yumuşatılarak uygulanmış ve Osmanlı Devlet idaresine ısınmalarına gayret edilmiştir. Aşıkpaşaoğlu tarihinde anlatılan Pazar yeri vergisi alınması hususunda alınan karar Osmanlı beylerinin yeni ele geçirdikleri yerlerde daha önce olan kanunların gayrimüslim kanunları dahi olsa alınmasında bir beis görmedikleri açısından önemlidir.
Ancak İbn Haldun ve birçok İslam uleması şeriat harici kanun uygulamaları gereksiz bularak bütün problemlerin şeriatla çözülebileceğine inanmışlarıdır.Fakat bir kanun devleti olma hüviyetini hiçbir zaman kaybetmeyen Osmanlı beyleri devlet geliştikçe ve merkezileştikçe İslam’ın fıkhından, yani kanun alanından daha çok yararlanmayı uygun görmüşler ancak kontrolü de elden bırakmamışlarıdır. Osmanlı'da Osman ve Orhan Gazilerin Türkmen gelenekleriyle karışmış Sünniliğiyle sonraki dönemlerde işlenmiş medrese kültürüyle oluşturulmuş Sünnilik ayni değildir. Ancak bu dönemden sonra ulema kontrolündeki medrese İslamı etkisini artırmaya başlamıştır. Dine gösterdikleri hürmet ve saygı tüm Osmanlı hükümdarlarının hayatında büyük bir yer tutmuştur. Osman Gazi’nin oğlu Orhan’a hitaben ‘’Bir kimse sana Hak Teala buyurmadığı sözleri işrab etse,sen kabul etmeyesin.Tanrı buyruğundan gayri iş işlemeyesin.Bilmediğini ulema-i şeraitten sorup istifsar edesin.Tahkik bilmeyince ,bir işe mübaşir olmayasın’’ diyerek onların başlangıçtan beri dinin emirlerine karşı hassasiyetini göstermektedir.
Fakat zamanla ilk başlardaki hoşgörülü anlayış yerini daha kuralcı bir ulema İslam’ına terk etmeye başlamıştır. Bu değişimdeki başlıca etken ise gelişen olaylar karşısında devletin yeni gelişmelere göre dini bakış açısını değiştirmesidir. Merkezileşme artıkça fıkhı taraf ağır basmış ve medrese İslami yani kesin suni kurallarına bağlı kitabı İslam halk İslam’ına yani daha mistik ve kesin ritüelleri olmayan suni bakış açılı İslam’a egemen olmaya başlamıştır. Bu süreç medreselerinde artmaya başlamasına neden olmuştur.
Medrese kültürünün ortaya çıkmasındaki en önemli faktör devletin kendi resmi ideolojisine karşı çıkan fikirleri bertaraf etmek için dini bir destek ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu medreselerden yetişen ulema sınıfı devletin mücadele halinde olduğu tüm hederodoks gruplara karşı devletin resmi ideolojisini oluşturmuşlardır. Bunun bir örneğini Bâtıniliğe karşı mücadelede Selçuklularda gördüğümüz gibi, artan Safevi baskısı sonucu Rafızîliğe(Kızılbaşlık) karşı yapılan mücadeleyle Osmanlıda da görülmüştür.
Osmanlı Devleti’nin başlangıç dönemlerinin aksine heterodoks İslam tesirlerinden uzaklaşması onun Türk geleneklerinden taşıdığı kanun ve hukuk anlayışına verdiği önemdendir. Daha mistik ve kural tanımayan heterodoks İslam anlayışında Osmanlı’nın olmazsa olmazı kanun ve hukuka pek yer yoktur.
Artık devletin hayatında Anadolu Erenleri ve Hacı Bektaş gibi İslam felsefenin fikirlerinden çok devletin pratikte daha çok kullanacağı fıkıh ağırlık kazanmaya başlamıştır. I.Murad döneminde Devletin olmazsa olmazlarından olan vergi toplanmasının bu dervişler tarafından dünya malına meyl ediliyor ve dünya malı toplanıyor gibi değerlendirilip eleştirilmesi artık yeni bir dönemin başlangıcını gösteren işaretler olması bakımından önemlidir. Daha önce yol arkadaşı olan beyler ve dervişlerin artık yollarının ayrılmaya başlamıştır. Bunda toprağın kanunlarını belirleyen yani dünya düzeni açısından görüşler beyan eden ve aynı zamanda örfi hukuk açısından Türklere geniş bir alan bırakan İslam’ın Sünni Hanefi ekolü tamda Türk devlet geleneği açısından muazzam bir imkân sağlamıştır.
DEVAMI YARIN…