Gazeteci-yazar Recep Günel’in yazılarını keyifle okurum. Bu da onlardan biriydi. Anlatıyor…
Geçtiğimiz günlerde bir toplantıya gitmeden önce, ayakkabılarımın tozu alınsın diye ayağımı boyacı sandığına koydum. Ayakkabıları fırçalarken boyacıya, “Kaç lira kazanıyorsun” diye sordum. “100 liradan günde 50 ayakkabı boyuyorum” dedi. Yağmurlu günlerde işleri biraz kesat gidiyormuş. Zihnimde şöyle bir canlandırdım: Siirtli boyacının aylık geliri 150 bin lirayı buluyordu.
“Bizim meslekte bu para çok az kişiye nasip olur” dedim. “Allah bereket versin, abi” dedi.
“Sen ne iş yapıyorsun” diye sorunca, “gazeteciyim” dedim. Bir an kafası karışır gibi oldu. İnanmaz gibi yüzüme baktı. Gazetecilerin aldığı maaşlara mı, yoksa gazeteci olduğuma mı inanmamıştı, anlayamadım. Karşılıklı gülüştük, 100 lirasını ödedim… İskelede tekneye binerken, o başka bir müşterinin ayakkabılarını fırçalamaya başlamıştı bile.
*
Bu dünyada iki yokluk arasında bir varlığız. 70 yıl yaşasak, yaklaşık 613 bin saat eder, Hepsi bu kadar… Ben 613 bin saatlik ömrümün yaklaşık 280 bin saatini gazetecilik yaparak geçirdim. Bu süre boyunca da iki yakam bir araya gelmedi. Yıllarım, geçim derdinin peşinden koşmakla geçti.
İşimiz eleştirmek!
Bizim işimiz haber yapmak, yazı yazmak… Yazı bu, yenmez içilmez… “Paha biçilmez” de bulabilirsin, “beş para etmez” de diyebilirsin. Medya patronları da yazıya bir bedel biçerken her zaman cimri davranır…. Yani, bizimkisi ucuz işçiliktir… O yüzden, bazen ayakkabı boyamak kadar bile değer biçilmez… Ödülleri de biblo niyetine kitaplıklara dizeriz… Eleştirmeyi, sorgulamayı meslek edindik. Soruşturmaya, kovuşturmaya konu olsak da soru sormaya devam ettik. Gazetecilik buydu, böyle yapılırdı.
*
Bundan sonrası bu mesleğe yarım asırdan fazla emek vermiş bendenize ait!
“Para kazanacağım, zengin olacağım” demedik. Bir yolunu bulup köşeyi dönme hayalleri de kurmadık. Tam tersine “Gazetecilik bir tutkudur, para için yapılmaz” dedik. Ama vicdanımız ile cüzdanımız arasında sıkışıp kalacağımızın hesabını da hiç yapmamıştık.
Omurgalı olmalısın, olmak zorundasın!
Eleştirilen insanlar gazetecileri pek sevmez. En çok da siyasiler, belediye başkanları. Eleştiri, onların işini zorlaştırır. Çünkü bazen birkaç cümle onları sarsacak kadar büyük bir güce sahip olabilir. O yüzden bu safahat düzeninin devam etmesini isteyenler, televizyonları karartır, gazetecileri yargılar, hatta tutuklar.
*
Gazetecilerin her sorusu bir probleme dönüşebilir, başkalarının çıkarlarını baltalayabilir. Her haberi “suç” her gazeteciyi “suçlu” gibi görmeye başlarlar. Mesleğin eleştirmekse omurgalı durmak zorundasın. Rüzgâra göre eğilip bükülemez yön değiştirmezsin!
Birkaç cümlenin Silivri’ye giden yolu açtığını bilsen de sakınamazsın. Zaten şunun şurasında haberi, haber alma hakkını savunan kaç kişi kaldık ki. Geriye kalanlar imalat hatalılar, tahıldaklar, meczuplar, ihraç fazlaları, döküntüler, tehdit ve şantajı meslek edinen çapsızlar, özgül ağırlığı sıfır olanlar.
Gerçek gazetecilere can kurban!