6 Şubat günü 10 ilimizde yaşanan ve tüm Türkiye’yi acıya, yasa boğan 7.7 şiddetindeki depremde en büyük yıkımı yaşayan şahsım şehrinde, yaralar sarılmaya başlanıyor. Allah devlete, millete zeval vermesin diyerek 15 Şubat günü siteme ve face’deki sayfama girdiğim yazının devamı niteliğindeki duygularımı sizlerle paylaşmayı sürdürüyorum.

*

Bilgi kirliliği çok yaşandı bu süreçte. Her kafadan bir ses çıktı, herkes deprem uzmanı kesildiği için, birbirini suçlamalar sınır tanımadı. Hele şu lanet olası sosyal medya var ya, yalan, mesnetsiz haber üretmede liderliğini kimseye bırakmadı.

Biz ve büyük bir kesim, tüm suçu müteahhitlere yükledi, müteahhitler günah keçisi ilan edildi. Peki, yazının yüzüne, (patlıcan tarlasına, marul bahçesine) imar izni veren, imar değişiklikleri ile kat sayısını artıran belediye başkanlarının, belediye meclis üyelerinin hiç mi günahı yok, çok mu masumlar.

Seçimler yaklaşırken, her dönemde imar barışı devreye girer, oy uğruna insanların canı toprağa düşer, gelecek ve getirilecek imar afları vatandaşları kaçak yapılaşmaya, ruhsatsız inşatlara sürükler ve olan da giden canlara olur.

Yine diyorum, imar müdürlerinin, yapı denetim firmalarının hiç mi suçu, günahı yok. İnşaatı kontrol etmeden imza atan, parasını alan yapı denetim firmalarını denetlemek kimsenin aklına gelmedi mi?

Özetle bu meselede diyeceğim şu, asıl suçlu yerel yönetimler. Haksızlıklara, hukuksuzluklara, yanlışlıklara ve tutarsızlıklara göz yuman, oy uğruna görmezden gelenlerdir.

*

Kentin müteahhitlerinden olan SAY inşaatın sahibi, Mehmet Say’ın oğlu Ökkeş Say ve AK Parti Dulkadiroğlu İlçe Başkanı Şahin Avşaroğlu da tutuklananlar arasında. Teyitli bilgidir. Ancak 16 Şubat tarihli haber bültenlerinde bu sayının 14 olduğu söylendi. Doğru mu, eğri mi, emin değilim!

Kentte hatırı sayılır firma ve isimler bunlar. Savunmuyorum da, tek suçlu bu iki isim mi, diğer müteahhitler masum mu?  

*

Yaşanan deprem felaketi sebebiyle hayırsever vatandaşlarımız, firmalar, sivil toplum kuruluşları, özel ve resmi kurumlar bağış yarışına girdiler. TRT’deki bağış kampanyasını izliyorum. Merkez Bankası, Ziraat Bankası Halk Bankası da milyarlarca bağışta bulundular. Zaten büyük markalar, büyük firmalar yaptıkları bağışları vergiden düşüyorlar. Reklam peşindeler, şirinlik derdindeler. Devlete ait bankaların bir cebinden çıkıyor, diğer cebine giriyor. Ben bu bağıştan, yardımdan ne anladım?

Bir de, 5’li çete dediğimiz büyük firmalar, inşaat şirketleri de bağış konusunda adeta yarışa girdiler. İçlerinden gelerek verdiklerini sanmıyorum sırf iktidara yaranmak için, ‘Bak, ben de büyük bağışta bulundum!’ dedirtmek için cömert davrandılar sözüm ona.

Peki, bizi sömüren her yıl bilançolarındaki milyarlık karlarını övüne övüne haber yaptıran özel bankalar bu bağışların neresindeydi. Onlar kadar duyarsız, onlar kadar sorumsuz müessese mi vardı.

Ne kadar cimri olduklarını görmedik mi?

Bunun yanında, cep harçlığını, maaşını bağışlayan, yüreğinden kopan ne varsa bağışta bulunan samimi insanlara müteşekkirim. Fakir ama gönlü zenginler gerçek hayırseverdir bunlar.

*

Bizi, KENT KULİSİ canlı yayınını izleyen dostlarımız hatırlayacaktır. Kıymetli meslektaşım Neşe Yıldızhan ile yaptığımız yayın konuğumuz Ticaret ve Sanayi Odası komite üyesi Durmuş Karcıoğlu, ki programın ana konusu depremdi, depremin kapıda değil, ayaklarımızın dibinde olduğunu, yerel yönetimlerin, siyasilerin, bürokrasinin gerekli tedbirleri ve yaptırımları uygulaması gerektiğini hatırlattı.

Hatırlattı ama kimsenin kulağı duymadı, çünkü sorumlu olanlar kulaklarının üzerine yatmıştı, başlarını kuma gömmüştü.

Yazının yüzüne ruhsat veren yerel yönetimler, deprem gerçeğini, fay hattının bu şehrin altından geçtiğini bildikleri halde, insanları canlı canlı mezara gömenlerin hiç mi günahı ve suçu yoktu?

*   

Yine müteahhitlere geleceğim. Bir insan rahatsızlandığında doktora gidiyor, doktor; ‘Sende demir eksikliği var!’ deyip demir içerikli ilaç yazıyor. Peki inşatlardaki demir eksikliğinin faturasını kime keseceksiniz? Ölenlere mi, doktora mı?

*

Depremde kuşkusuz en büyük kaybı, kent merkezi, depremin merkez üssü Pazarcık, Türkoğlu ve Elbistan ilçelerimizde hasar büyük. Tabi diğer ilçelerimiz de bu felaketten nasibini aldı ama, 7.7’lik depremin ardından Elbistan’da olan deprem, yarı sağlamları bile yerle bir etti.

Merkez dahil, Başkan Hayrettin Güngör ve çok ciddi hasar gören ve can kaybı yaşanan ilçelerimizde belediye başkanları yaraları sarmaya çalışıyor. Ne diyelim, Allah yardımcıları olsun, hayatını kaybedenlerin de Rabbim günahlarını affeylesin. Başsağlığı diliyorum yakınlarına.

*

Devletin depremde zarar gören ailelere 10’ar bin lira yardım yapacağı meselesi vardı. Yine bu meselede her kafadan bir ses çıktı. Sonunda AFAD açıklama yaptı, sözü edilen miktarlar vatandaşların TC’lerine yatırılacak. Bunun dışındaki yazılanlar, söylenenler, dedikodular fasa fiso…

*

Hayatında tatil yüzü görmeyenler, Ege sahillerinde gezmeyenler, denize girmeyenler, merak ettikleri halde Antalya ve çevresindeki illerde yaşam sürdürme hayali yaşayanlar, şehirden kaçtılar, evlerini, canlarını, en yakınlarını terk ettiler. Tatil yaptınız, yapacaksınız da nereye kadar. Elin adamı ilanihaye sizi besleyecek, sizi yatıracak, sizi o 5 yıldızlı otelinde tutacak değil. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânı iken, neyin kafasını yaşıyor, hangi saçma sapan düşünceye hizmet ediyorsunuz.

Vatanlarını terk eden Suriyelilere kızıyordunuz, sizin onlardan ne farkınız kaldı? Keyif çatmak, deprem travmasından uzaklaşmak, psikolojik olarak yaşanan anları unutmak iyi ve tamam, can tatlı da tek çözümü şehri terk etmek miydi?

*

Kader diyorlar. Kader… Tedbirini alma, aklını kullanma, teknolojiye sırtını çevir, bilime gözünü kapa, sonra meseleyi siyasete, dine ve partiye getir. Bu arada, bazı katı kuralları olan, bağnaz insanların AK Parti dışında çadır kuran, vatandaşları doyuran, onların acılarını paylaşan diğer siyasi partilerden yemek almaktan imtina ettiklerine şahit oldum. ‘Aç kalırım, yine de sizin yemeğinizi yemem!’ diyenlere çok rastladım.

Beddua etmiyorum, ama bilin diye söylüyorum.

*

CHP’nin atom karıncası, Genel Başkan Yardımcısı sayın Ali Öztunç, tam saha pres misali merkezde, 11 ilçede koşuşturdu durdu. Partili partisiz herkesi dinledi, yaralarına merhem olmaya çalıştı, yardım dağıtımlarına katkı sağladı, maddi manevi cesaretini, imkanlarını kullanarak herkesin takdirini kazandı.

Ali Öztunç, genel ve yerel siyasetin hafızası. Toplumda karşılığı olan siyasetçi. Kahramanmaraşlı bir milletvekilinin yapması gereken neyse, onu hayata geçirdi, acılara ortak oldu. Paylaşımcı yanını ortaya koydu. Helal olsun!

*

Bir eski kadın milletvekilinin CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na, ırkçılığa kaçan ithamları, siyasi etikten uzak bağırmaları, hakaretleri sosyal medyada izleyenleri bile sinirlendirdi. Ne demekti seçilmiş başkanı başka ülkenin kimliği ile saldırmak, sırası mıydı! Kimin haddine idi? Bununla bir yerlere mesaj mı vermek istedi yoksa? Her ne surette olursa olsun, seçilmiş bir insana yapılacak hakaret, saygısızlıktan başka bir şey değildi.

*

Böyle günde birlik olmak varken, yaraları birlikte sarmak, acıları birlikte onarmak varken, bırakın şu particiliği, bağnazlığı, yobazlığı, geri kafalılığı…

Neyin kafasını aşıyor, hangi akla ziyan zihniyete hizmete diyorsunuz, anlayamadım!

İtiraf ediyorum, yerel gazeteci olarak TÜGVA’yı hiç içime sindiremedim, haberlerini girmekten bile imtina ettim zaman zaman. Ama aç kalınca, mecbur kalınca gidip en çok onların çadırından yemek yedim. Demek ki neymiş, altın kapının gümüş kapıya işi düşermiş. Yaptıklarımdan, aklımdan geçenlerden utandım ve bu düşüncemi de insanlara, insanlığa hizmet eden görevli insanlara söylemekten çekinmedim.

‘İyi ki varsın TÜGVA!’ dedim her defasında!

*

Dedim ya, bu sıkıntılı süreçte herkes deprem uzmanı kesildi. Bilen de yazdı, bilmeyen de konuştu ve bu meselede bilgi kirliliği de aldı başını gitti. Ama çok bilmişler, kendini bilmez çok kişi, ‘Ben yazmıştım, ben demiştim, ben uyarmıştım’ ayaklarına yatmadı mı?

Peki, hepsi oldu bitti, geçti gitti de hiç mi olanlardan, gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan ders almadık, almayacak mıyız?

Bu meselede insanları üzmenin, kırmanın, kendini haklı çıkartmak uğruna kafadan sallamanın kime ne yararı var. Gün birlik olma günü, yakınları, dostları arama günü, gün yaraları sarma günü.

*

Seçim meselesi de gündemden düşmüyor. Ulusal televizyon kanalları depremle yatıp depremle kalkarken, haber vermeyi aklına getiren bazı televizyon kanalları, seçimlerin iptal edilebileceğini ileri sürdüler. Yahu şimdi seçimin sırası mı? Millet canı derdinde, acıları var, sarılacak yaraları var, siz seçimi konuşuyorsunuz. Ne dedi sayın Cumhurbaşkanı, ‘Şimdi bunu konuşmanın sırası değil’ Eee, doğru mu, siyasiler daha iyi bilir. Muhalefet, özellikle CHP lideri sayın Kemal Kılıçdaroğlu ise bastırıyor, ‘illa da seçimde seçim!’

14 Mayıs’ta seçime gidilecek diyelim, hangi milletvekili aday adayı çıkıp da ne konuşacak? Ne anlatacak, neyi nasıl ve kimleri ikna edecek? Kim kimi nasıl kandıracak, onu mu merak ediyorsunuz!

Bu meselede sayın Cumhurbaşkanına mı hak veriyorum, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na mı, takdiri kamuoyuna bırakıyorum. Vatandaş ne diyor; “Koyun can derdinde, kasap et derdinde misali, bırakın seçimi, vatandaş geçim ve can derdinde, siz tutturdunuz seçim de seçim!” 

*

Yazı uzadı, gerçek olan şu;

Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi…

Nokta!

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol