Bu yazı, aylar öncesinden yazılmıştı. Ama gündem deprem ve seçim olunca, birkaç cümle eklemek gereği duydum.

Acılarımız büyük, taze. Canlarımız kayıp. Hatıralar, hayaller enkaz altında gittiler.

Türkiye ve şahsım şehri 14 Mayıs’ta seçime gidiyor. Bir ay kaldı şunun şurasında. Partilerin aday listelerine baktım, bazılarına ‘dağ fare doğurdu’ dedim, bazılarına da ‘eh işte, fena değil’ yorumu yaptım, oy yüzdesi bir’in üzerindekilere gerer duymazken, bu şehrin evlatlarının dışarıda kalmasına gönlüm razı olmadı, açıkçası içime sinmedi bazıları. Şehri tanımayan, şehrin rengini, dokusunu bilmeyen, kokusun tatmayan, Maraş ile uzaktan yakından alakası bulunmayanların dayatma ile ‘işte sizin milletvekilleriniz!’ denilmesine tepkiler çok. ‘Taka ile okyanus geçilmez!’ demem ondan!

Demem şu ki, siz güçlü bir takıma karşı, amatör kadro ile çıkarsanız, yenilgiye davetiye çıkartıyorsunuz demektir. Hele takımda bir de yabancı kimlikli,  taraftarı, takım arkadaşlarını ve stadyumu tanımayan oyuncuları da koyarsanız, fark yersiniz! Neyse…

Bir de, açıkta ne kadar il başkanı kalmış ise milletvekili adayı olmuşlar. Sevgili Mehmet Dere hariç. Cumhur ittifakı ardından O da siyasette ikinci baharını yaşıyor!

*

Gelelim taka meselesine…

Aslında bu soruyu Karadenizlilere sormak gerekiyor. Çünkü taka’yı kullanan onlar. Küçük, bildiğin, bindiğin bir-iki kişilik kayık yani. Cesaret madalyası alırım düşüncesiyle kiraladığı cesaret gömleğini giyse de, taka ile okyanusların geçilmeyeceğini herkes bilir.

Bizdekiler hariç!

Bizdekiler derken, bak hava karardı erken, dizide rol almış Ece Erken!

Taka’yı Karadenizlilere bırakalım, biz kayık diyelim, bineceksin, üstelik de yanına birkaç kişi alacaksın, açılacaksın okyanuslara, engin sulara. Akıbet! Yüzme de bilmiyorsun, hoş bilsen ne yazar, Gönül Yazar. Çırpınırsın Allah’ı kıt, suları bol yerde, görürse bir cankurtaran ne ala, yoksa imamın kayığına biner gidersin.

Nereye mi, addaaaaaaa!

*

Bu yazının ortasında, kıyısında kenarında, göbeğinde siyaset yok! İçinde var mı? Bilemem! Okuyun, bunun da kararını siz verin artık! Her şeyi benden beklemeyin lütfen!

Zaman zaman bu kentin kanayana sorunlarına değiniriz. Fincancı katırlarını ürkütmeye niyetimiz yok, bizimkisi uyarı görevi. Ve kıyısından köşesinden rehberlik! Tavsiye, öneri ve yol gösterme…

İstanbul’da ikamet edip, zaman zaman siyasete ayar veren değerli bir kardeşim var, şu havaalanı meselesiyle ilgili eleştirilerimize katıldığını söylese de, tek çarenin Narlı’ya yapılması en münasip bölgesel bir havaalanı. Birileri bizi sabote mi ediyor, gıcık aldılar ondan mı uçaklarımızı şehrimize indirip kaldırmıyorlar, bilen varsa söylesin de bilelim!

Mevcut havaalanımızı, sanıyorum 1992’de, şehrin en büyük mülki amiri olan, bizim deli diye adlandırdığımız, aslında cesaret madalyası takılması gereken, yiğit vali Aslan Yıldırım’ın eseri.

Sayın Yıldırım, o zamanlar 10 bin lira verip daha ihalesi bile yapılmadan işe başlanması için önayak olmuş, adamcağıza demediğimizi bırakmamıştık o vakitler.

O deliyse, siz necisiniz! Hadi bir delilik de siz yapın, görelim!

Yoksa, şikayetler, sızlanmalar, eleştiriler dinmeyecek vallahülazim!

*

Ama taka küçük, bir-iki kişi zar-zor alıyor. Bu taka ile okyanus geçemeyeceğinize göre, ki ekip de alamayacaksın yanına, (cankurtaran simidi bile zor sığar) eee, ne yapacaksın o zaman, yapman gereken şu; büyük düşünüp, büyük deniz araçları kullanacaksın.

Mürettebatın da olacak yanında. Kaptanların ise deneyimli olacak. Yoksa bindiğin en büyük vapurun, geminin kıymeti harbiyesi olmayacak. Kötü bir kaptan, ehliyetsiz kaptan, dümene geçtiğinde, bildiğin duaları okumak zorunda kalacaksın.

*

Kaptan dedim de aklıma geldi…

Bizde kendini kaptan zanneden çok kişi var. Yerelden söz ediyorum, kimse yanlış anlamasın! Oysa bıraksan kendi haline, gemiyi batırır, yolcuları da ecele taşır! Ama böbürlenmesine bakarsan, tayfaların, uşakların pohpohlamasına kulak verirsen, bırak taka’yı, bırak filikayı, bırak büyük vapuru, denizaltını bile kullanacak ede’m!

Buna da inandı dedem!

*

Menzile varmak, hedefi tutturmak ekip işi. Madem yola çıkıyorsunuz, madem niyetiniz halis, madem yol uzun, madem yolun sonunda ferahlık var, huzur var, o vakit yanına çoluk çocuk değil, uzun yolculuğu daha önce yaşamış yetenekli kurmaylar bulunduracaksın yanında.

Sırf kaptanın, dümenin başındaki adamın tam ehliyetli ve liyakatli olması da yeterli değil. Mürettebatı da var bu işin, bu yolculuğun. Bir de yedek kaptan lazım size! Allah muhafaza asıl kaptan kalp krizi geçirebilir seyir halinde iken, bazılarını deniz tutar, midesi bulanır, rahatsızlık geçirebilir, yorulur, canı da sıkılabilir, ‘yahu çocuklar biriniz dümene geçsin!’ de diyebilir.

Dümen çevirmek kolay mı zannediyorsunuz, zor iş!

*

Haydi diyelim kendinize güvendiniz, okyanusları geçeceğinize inandınız, uçsuz bucaksız suları gözünüze kestirdiniz, bari kullandığınız taka muhkem (sağlam, dört dörtlük) olsun, su almasın, dalgalara karşı mukavemetli (dayanıklı) olsun, eh, kullanacak reis de cesaretli, dirayetli olsun!

Malum, cesaret bitirmenin yarısı.

Başlamak da öyle!

Oğlum getir şu taka’yı, hava da açık, sular sakin görünüyor, açılalım, saçılalım biraz, kendimize gelelim, hadi şekerim, hadi canımın içi…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol