Mahallenin en yaşlısı 90 yaşında. Ama dinç, sağlıklı. Mahalle halkı genç kalmanın sırlarını sorarmış her defasında. Cevap vermez, gülümser geçermiş. Israrcı olunca insanlar, mahalleden 10-12 kişiyi evine davet etmiş.

Sohbet, muhabbet derken, mahallenin ileri geleni yine aynı soruyu sormuş, ‘Ökkeş amca, 90 yaşındasın ama çoğumuzdan dinç ve sağlıklısın! Bunun sırrı nedir, anlatsana!’ demiş.

Yaşlı adam karısına seslenmiş, ‘Hanım, mutfaktaki karpuzu getir de kesip yiyelim!

Kadın elinde karpuz ile misafirlerin yanına gelip, karpuzu kocasına vermiş. Yaşlı adam bir iki tak tak’tan sonra, ‘Bu kelek, iyi değil, götür başkasını getirir misin!’ demiş.

Kadın denileni yapmış. Adam ona da tak tak etmiş, ‘Bu da iyi değil,  misafirlere ayıp olmasın, ötekini getir!’ demiş.

Bir, iki, üç, dört, beş… Son karpuzu alıp kesmiş, misafirlere dağıtmış. ‘Hah, tamam işte, bak bu güzel çıktı’ demiş. Sonra da meraklı misafirlere dönüp, ‘Bu yaşta genç kalmamın sırrını öğrenmek istiyorsunuz, değil mi?’ deyince misafirler ‘evet’ demişler.

Yaşlı adam anlatmaya başlamış; ‘Aslında mutfakta bir karpuz vardı. Onu da kesip size ikram ettim. Karpuzu eşimden isterken nezaketi elden bırakmadım, rica eder gibi istedim. O da ‘öf be’ bile demedi. Çünkü aramızda bir gönül, bir sevgi, saygı köprüsü vardı. Yıllardır bu köprünün ayaklarını zayıflatacak harekette, sözde bulunmadık birbirimize. Genç kalmanın sırrı, eşini, doğayı, hayvanları, Allah’ın yarattıklarını sevmekten geçer!’

*

Bu hikâyeyi şunun için anlattım.

Neredeyse 3 ayı dolduracak. Cümleler bile klasik hale geldi, acılarımızı, birikimlerimizi, hatıralarımızı yitirdik bu depremde.

Şehirde hala ağır hasarlı olduğu halde yıkılamayan binalar, yıkılsa da kaldırılmayı bekleyen enkazlar var. Diğer illerden gelen vakıflar, yardım kuruluşları, dernekler şehri bir bir terk ederken, gördüğüm kadarıyla biri tek AFAD meydanda. Tepkileri, şimşekleri üzerine çeken KIZILAY duruyor mu, emin değilim.

Şehir kendini toparlamaya çalışıyor. Bu meselede büyükşehir belediyesi özveriyle çalışır, koştururken, biryandan da seçim heyecanı aldı başını gidiyor. Sanki deprem unutuldu, sanki giden 50 bin üzeri can komşudan gitti, (aslında hayatını kaybedenlerin sayısı çok fazla da, neyse…) lakin acılar taze, bir günde 4 mevsimi yaşayan şahsım şehrimde belirsizlik var.

Örneğin; bir dönemler şehrin cazibe merkezi, buluşma adresi ve simgesi olan Trabzon Bulvarı artık yok. Evden çıkarken ‘Çarşıya gidiyorum’ demek alışkanlık olmuş, çarşı da yok, kalmadı.

*

Depremin ardından hasar tespitleri yapıldı. Kimine ağır, kimine orta, kimine hafif hasarlı verildi. Bu tespitler yapılırken, hatır gönül, ahbap-çavuş ilişkileri gözlemlendi mi, bilmiyorum, belki de bildiğimi yazmıyorum. Ama kimseye inandırıcı gelmedi, bilesiniz.

Trabzon Bulvarı üzerindeki hafif-orta hasarlı olsa bile işyerlerinin istimlak edileceği, yerine konutlar yapılacağına dair söylemler, iddialar, fısıltılar dolaşırken, sahipleri tedirgin, endişeli, yarına dair bir fikir üretemez hale geldiler.

*

Gelelim HaberTÜRK programcısı, yazarı Nagehan Alçı’ya. Depremin ardından Kahramanmaraş’a gelen, bazı marka ve firmalara ‘eeyttt’ çeken gazeteci arkadaşımız, tanınmış bir işadamının bağ evine misafir olur. Olabilir, misafir başımız tacı.

Bizim bağ evlerimiz meşhur. İnsanlar oralarda milletvekili olduklarını öğrenir, sivil toplum kuruluş başkanları orada belirlenir, muhabbetin en koyusu buralarda yaşanır, etin en lezzetlisi burada yenilir, belediye başkanları ve milletvekilleri buralarda şekillenir, havası sebebiyle buralarda yatılır ve insanlar temiz havayı solur, şehre kuşbakışı bakar, ufukları genişler.

Umuyorum ki, önemli konuğumuz Nagehan Alçı, kendisini konuk edenlere şunu söylemiştir, söylemesini beklerim, kim bilir belki de söylemiştir; “Kadim bir şehrin toprakları üzerinde yaşıyorsunuz. Kendini kurtaran şehrin evlatlarısınız. Bir kültür, bir tarih hazinesi üzerindesiniz. Değerlerinizin kıymetini bilin, birbirinize sıkı sıkıya kenetlenin, birbirinizin kuyusunu kazmak yerine, destek olun, düşenin elinden tutun, sudan sebepler yüzünden birbirinize düşman olmayın, markalarınızın, firmalarınızın kıymetini bilin. Zira şehri ayağa kaldıran, tanıtan, sizleri uluslararası arenaya taşıyan bu marka ve firmalardır.

Şehirler markaları ile vardır. Üreten, istihdam sağlayan meslektaşlarınızın elinden tutun, üyelerinizi hatırlayın, onları arayıp ‘bir sıkıntın var mı, bize düşen ne varsa söyle!’ diyerek varlıklarınızı hissettirin. Herkes depremzede olduğuna göre, bu şehir için el ele verin, dedikodularla, çirkin iddialarla, fısıltı gazeteleri ile birbirinizi yıpratmayın. Omuz omuza yaşayın. Umarım ki meslektaşlarınız için yapıcı eleştiriler, olumlu kararlar almışsınızdır. Yıkılan, yanan ve hasar gören işyerleri için destek seferberliği ilan ettiniz. Size de bu yakışır!”

*

Yorumlarını keyifle dinlediğim, yazılarını zevkle okuduğum sayın Alçı bir kere daha gelse de, biz basın mensupları ile, meslektaşları ile bir araya gelse, bir de bu kadim şehri, bu şehrin değerlerini bizimle tartışsa, konuşsa, bir de bizden dinlese bu şehri, daha yararlı olur diye düşünüyorum.

Keşke demeden, ama, fakat, lakin diye düşünmeden!

Bir cümlede özetleyecek olursam, bizim tek eksiğimiz, sevgi, saygı, değerlere sahip çıkma…

Arkası zaten kendiliğinden gelir, gelişir.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol