Deve kervanı sahibi, yaşlanan deve ve eşek hikâyesini çok okudunuz, çok dinlediniz muhtemelen. Okurken, dinlerken kuşkusuz içinden bin bir anlam çıkarttınız, belki de verilmek istenen mesajları aldınız.

İhtiyacınız varsa alırsınız, yoksa umursanmaz, hiç o topa çıkmaz, o kıyalarda gezinmezsiniz ama kamuoyunun size verdiği not, size biçtiği paha çok tartışılır hale gelir.

İşte o bilindik hikâye. Okuyun, yorumu sona bırakıyorum.

*

Adam uzun yıllar devesiyle taşımacılık yapmış. Yaşlanan deve yolun sonuna gelmiş.  Artık öleceğini anlayınca: ‘Sahibimi çağırın da helallik vereyim’ demiş.

Devenin sahibi: ‘Ne hakkı varmış ki bende?’ demiş.

Demiş ama yine de merak etmiş. Dayanamayıp devesinin yanına gitmiş. ‘Ne hakkın var ki bende?’ diye sormuş.

Deve: Öyle deme! İlk olarak; benim taşıma gücüm belliyken, sen bunun iki katı çuval yüklerdin bana. Bu hakkımı helal ediyorum sana.

İkinci olarak; benim günlük 10 kg yiyeceğe ihtiyacım varken, sen hep 8 kg verir kalanı vermezdin. Bu hakkımı da helal ediyorum.

Ayrıca; Üç günlük yolu iki günde gitmem için sopayla döverdin beni. Bu hakkımı da helal ediyorum.

Dahası; bir de yavrum olmuştu. Onu kesmiş, misafirlerinle bir güzel yemiştiniz. Bu hakkımı da helal ediyorum.

Amma bir hakkım var ki, onu sana asla helal etmeyeceğim. Mahşerde bunu senden soracağım.

Kervanın sahibi merakla sormuş. ‘Nedir o?’

Deve cevap vermiş; ‘Her seferinde her yolu en iyi ben bildiğim halde, tüm yükü de ben taşıdığım halde, yularımı bir eşeğe verirdin. Beni bir eşeğe mahkum ederdin ya, işte bu hakkımı asla helal etmeyeceğim!’

*

Geçen hafta içinde, Kayseri’de iken, sanayi ve iş dünyasının yakından tanıdığı değerli bir dost aradı. ‘Ata yokuşta verilen arpanın faydası olmaz!’ yazım üzerine aramış ve beğendiğini söylemişti. Tabi yazıda benim vermek istediğim mesaj ile, kıymetli dostun anladığı ve ihtiyacı olan mesaj farklı olsa da, netice itibariyle aynı kulvardaydık, aynı gemideydik, aynı sularda yüzüyor, aynı şemsiye altında ıslanıyorduk.

*

Oynaş... Bir yerli drama dizisiydi ki seneler önce (sanıyorum 1977 olacak) TRT'de yayınlanmıştı. Hatırladığım kadarıyla da yönetmeni merhum Yücel Çakmaklı, yapımcısı ise hemşehrimiz Ahmet Bayazıt idi. Başrolde Tanju Korel ile eşi Hülya Darcan oynamıştı. Ki o vakit Sümerbank Müessesinde muhasebe memuruydum. Merhum Yücel Çakmaklı, Tanju Korel, Hülya Darcan ve hemşehrimiz Ahmet Bayazıt ile o gün tanışmıştım. (Bu sanatçılar o vakit Sümerbank'ın misafirhanesinde kalıyorlardı)

Oynaş, hem Azerice, hem Türkçe bir kelime. Aralarında, toplumca hoş karşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkek için kullanılır. Ya da başka biriyle sevişen kadın...

Sevimsiz bir kelime yani.

Bu arada araştırırken, Eskişehir-Seyitgazi'de Oynaş adında bir köy isminin olduğunu da öğrenmiş olduk.

*

Kelimenin kökenini ve anlamını geçtim.

Son günlerde, oynaş tutan insanların isimleri dolaşıyor sağda solda. Üstelik de bunu yapanların namus ve ahlak bekçiliğine soyunmuş olmaları.

'Harama uçkur çözmedik!' dediklerine bakmayın!

Gerçi yakın zamanda bombası patlar ama bakalım patlayan bombanın hasarı ne kadar olacak, onu da zaman gösterecek! Hem namaz kılacaksın, hem oruç tutup, umre veya hac yapacaksın, hem de din, iman ve Allah diyeceksin, yüce kitabımızı siyasetine alet edeceksin, sonra da kırdığın cevizlerin haddi hesabı olmayacak.

Gün geliyor, yediğin hurmalar seni tırmalıyor işte!

Her ne kadar Arif Nihat Asya şiirinde, 'Ne diye oyunda oynaştasın, Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!' dese de, bu günümüzdeki ahlak ve namus yoksunu siyasilerin kapsama alanı dışında kalıyor.

*

Aile mefhumumun her şeyin üzerinde olduğunu bildikleri, bunu dillerine pelesenk ettikleri, bu sözüm ona dürüstlük abideliklerini başkalarına hissettirmek için çaba harcadıklarını bildikleri halde, yasak ilişkiler, kaçak et kesmeler, harama uçkur çözmeler ne yazık ki en çok mahallenin namus bekçisi kesilenler tarafından yaşam biçimi olarak benimseniyor.

Hem toplumun bir adım önünde olacaksın, hem bu şehirde ailece tanınan kimseler olacaksın, hem de kaçak etin peşine düşüp, yasak ilişkilere gireceksin, foyan da meydana çıkınca, kendisine sorulmadığı halde, 'harama uçkur çözmedim!' diyerek kenara çekileceksin!

*

Meseleye gelecek olursam; ehliyetsiz, liyakatsiz, beşiriksiz, çapsız ve şehir ruhundan bihaber insanlara mecbur ve mahkum, üstelik de kibir abidesi, mahallenin ahlak ve namus bekçisi, sözüm ona dürüstlük abidesi yöneticileri ne diye seçeriz, ne diye bize gönderirler, anlamadım gitti.

Bu şehir cidd6i bir deprem yaşadı. Hasarı büyük. Acılar taze. Depremle birlikte hatıralarımız, canlarımız, hayallerimiz gitti.

Şehrin ayağa kalkması, hayata ve normale dönmesi gerek. Öncelik sanayicide, esnafta. Hükümet sanayicilere ve esnafa avantajlar sunmalı, bölgesel teşviklerle üretimlerini sürdürmelerini, istihdam sağlamalarını temin edici destekler göndermeli.

Hem de vakit geçirilmeden. Zaten Mart 2024’ten sonra gelecek yardımın, desteğin, teşvikin kimseye bir yarardı da olmayacak.

Çünkü sanayicilerin taahhütleri var, borçları var, ödenecek senetleri var, ihracatları var. İnsan hayatı normale dönecekse, şehir ayağa kalkacaksa, esnaf normale dönecekse, devletimiz yardımlarını, teşviklerini ihmal etmemelidir.

Kıtlıkta verilen bir dilim ekmeğin anlamı büyük, çölde kalana verilen bir bardak suyun kıymeti başka. Aç ve muhtaç, ihtiyaç sahibi insanlara yardım elini uzatacaktır devletimiz. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin.

Vermesin de… Vakit yok, zaman yok…

‘Oynaş bugün gerek, yarın herif gelii’ dememin sebebi o.

*

Son olarak… Şunu da unutmayın, aklınızın bir köşesine yazın.

Düşünülmesi, ibret alınması ve ehil olmayan, liyakatsiz eşeklere hiç bir makamın, değerin ve emanetin teslim edilmemesi dileğiyle.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol