Artık gına geldi, bir şehir firmaları, markaları ile vardır. Bir gerçek var, o da şu, şahsım şehri dondurmanın başkenti.

Tekstilde, çelik mutfak eşya sektöründe yıldızı parlayan şehiriz. İhracatımızın da büyük bölümü bu sektörlerden geliyor. Her ne kadar işadamlarımız, sanayi ve ticaret odası yetkilileri sürekli ihracat rakamları ile övünseler de, ithalat rakamlarını hiç gündeme getirmezler.

Birader biliyorsunuz, ithalat olmadan ihracat yapamıyorsunuz! Ama bir yerlere, yukarılara mesaj vermek istenince, şu kadar ihracat yaptık diye hindi gibi kabarıyorsunuz!

*

Dondurma sektöründeki bazı firmalar, şu sıralar vatandaş nezdinde günah keçisi ilan edilmiş vaziyette. Dünya makası olmuş, ihracatı ile sınırlarımızı aşmış, neredeyse 50 ülkede bayrağımızı dalgalandırmış firmalarımıza, markalarımızı darağacına çekmek için, linç etmek için sınırsız ve dayanılmaz bir savaş içindeyiz ve cepheyi de büyüttükçe büyütüyoruz.

Kendi firmalarımıza gösterdiğimiz tepkiyi, İsrail’e gösterseydik şimdiye bu lanetli millet tarihten silinmişti.

Ama yok, bir bardak suda fırtına koparmayı seven bizler, her insanın hata yapabileceğini, kusurlarının olabileceğini, beşerin şaşabileceğini, her insanın olduğu gibi, her markanın, her firmanın hata işlemek gibi lüksü olabileceğini kabullenemiyoruz.

*

Kabullenemeyince ne yapıyoruz, vur abalıya!

Sesi nereden gelirse gelsin! Ne kadar yara alırsa alsın, şehrim ne kadar zarar görürse görsün, umurumuzda değil.

X firması demiyorum, Y firmasını kastetmiyorum, Z firmasını ima etmeye çalışmıyorum, zaten şehirde sosyal hayat diye bir şey kalmadı, insanlar nereye gidip bir bardak çay içeceğini, eşiyle-dostuyla-arkadaşı ile nerede oturup bir kahve içebileceğini bilemezken, bulamaz iken, olanları da lanetlemeye kalkışmak kime ne fayda sağlayacak.

*

Kaç kez yazdım, usandım dile getirmekten; depremde herkes gibi, kurumlar olduğu kadar, sanayi ve iş dünyası da ciddi yara aldı. Yaralar kolay sarılmıyor, hele derin ise… Depremde canlarımız gitti, birikimlerimiz, hayallerimiz, hatıralarımız gitti enkazla birlikte çok uzaklara.

Ama hayat devam ediyor! Gidenle gidilmiyor, ölenle ölünmüyor!

Sosyal yaşamın olmazsa olmazı markalarımıza, firmalarımıza sahip çıkmaz isek, günlük ihtiyaçları ve bireysel yaşam haklarımızı tatmin için bu tür markalara sahip çıkmak hepimize düşen bir borç.

*

Geçenlerde ‘Mustafa…’ diye bir yazı yazdım. Önce bana, sonra da herkes birbirine sordu, ‘Kim bu Mustafa?’

Mustafa bir örnek, bir güzel isim. Kardeşimin de adı Mustafa idi, ki severim kendisini. Bu şehrin öz evladı, bir başka Mustafa işte! Kimse kim! Yarın bir gün can dostu ile ağabeyi ile çıkıp gelecek, aklanacak, varsa suçları cezasını çekecekler.

Yakınları, aile bireyleri, çalışanları onları çok özlediler, hasretle özlem ve sabırla yollarını gözlüyorlar.

Geldiklerinde, aklandıklarında herkes söylediğinden, yazdığından utanacak!

*

Merak ediyorsunuz, kim bu Mustafa?

Evet, varsa suçları, varsa yaptıkları yanlış bir eylem, cezalarını çeksinler elbet! Biz yargıdan büyük değiliz. Biz hâkim ve savcı değiliz. Sosyal medyadaki linç girişiminde bulunan hasiyet celladı hiç değiliz.

Türkiye bir hukuk devleti.

Hâkimlerimize, savcılarımıza güvenmek zorundayız.

Adaletin tecellisi için buna mecburuz!

‘Yolu doğru olanın yükü ağır olurmuş!’ demem ondan işte!

Ve son sözüm; çoğu gitti azı kaldı.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol