Çünkü bizler kümesteki tavuklarız. Ah şu kör olasıca horoz tepemize dikilmese, tavukları da bir rahat bıraksa!
Siz bir şeyin farkına varırsınız, görürsünüz gözlerinizle, hissedersiniz bütün benliğinizle, ‘bak, ben gördüm!’ dersiniz, lakin asıl görmesi gereken, ya da gerekenler, elleriyle gözlerini uvuşturur, gördüğü halde görmedim ayaklarına yatar, aklı sıra seni-beni kandırır.
Seni beni kandırdığı bir tarafa da, kümesteki tavuklara, pardon vatandaşa anlatamazlar. Hık derler, mık derler, cek derler, cak derler, gak derler, guk derler, bocalayıp dururlar.
*
Ben vatandaşı kartal yerine koyarım burada. Keskin gözleri vardır kartal’ın, öyle ki 2 kilometre ötedeki avını rahatlıkla görebilir ve gider onu yakalar. Kartalın, pardon vatandaşın, pardon halkın gözünden bir şey kaçmaz. Görse bile büyüklerine anlatırken nezaketen göremediğini söylese de, içinde pek tutmaz, mutlaka bir yerde anlatır.
Anlatması gerek. Ufukta gördüğünü, gökyüzünden süzülürken gördüğü avını, yani vatandaşı kast ediyorum, lakin tepedekilere anlatamaz.
Zaten anlatsa da, zaten gördüğünü söylese de tepedekiler görmezden gelirler, duymadık derler, zart derler, zurt derler.
*
Bir meseleyi anlatırsın, izah edersin nizah etmeden, fakat onlar aldırış etmezler. İşi, meseleyi mizaha döken espri yoksunu siyasiler varken hele hele…
Yazarsın, dikkat çekersin, masanın üstüne yatırırsın bütün renkleri, fakat onlar başka pencereden baktıkları için belki de gözlerinde lens olduğundan da olabilir, ya da gözlüklerinin derecesi yükselmiştir, kontrol ettirmeyi en az vatandaş kadar ihmal ederler, netice itibariyle renkler ayırt etmekte zorluk çeker, sıkıntı yaşarlar.
Mesela halk, yani vatandaş der ki, demesi gerekiyor, mecbur buna, anlatır, yazar fakat işine gelmeyen tepedekiler, yahut da o işlerden, o mahalden sorumlu veya yetkili-etkili olduğunu söyleyenler, iddia edenler, seni yalanlarlar çoğu zaman.
*
Depremde su şebekesi ciddi zarar gördü, her ne kadar şu son bir haftadır havalar yağışlı gidiyor, yağmurlar fena değil, barajlardaki doluluk oranı yükseliyor deseler de, sular kirli, içilecek gibi değil. Zaten Büyükşehir Belediye Başkanı da uyarmıştı bir ara, suyu israf etmeyelim, idareli kullanalım, aksi halde kuyu suyuna mecbur kalabiliriz şeklinde.
Sen dedin ki, biliyorsun sıkıntının ne kadar büyük olduğunu, üstelik de senelerdir ihmal edildiğini, kaldı ki siyasilere malzeme olduğunu, lakin gel de anlat Türkoğlu-Nurdağı arasının hâlâ sıcak asfalt olmadığını.
TOKİ konut yapıyor, Allah razı olsun. Ama oturanları dinliyorsun, gözlerinle görüyorsun, malzeme harika, kaliteli, mükemmel, fakat işçilik zayıf, yetersiz ve noksan. Anlatıyorsun, dinlemiyorlar üstelik de, ‘bizden iyi mi bileceksin!’ diye tepki koyuyorlar.
*
Ben halkın, ben vatandaşın, ben seçmenin iradesine, ferasetine güvenirim. Vatandaşın aklı ile dalga geçilmeyeceğine de inanırım. Halka rağmen siyaset yapılmayacağını da en iyi bilenlerdenim dersem mübalağa etmemiş olurum sanıyorum.
Fakat ve lakin, bizi yönetenler senin gördüğünü, ufukta işaret ettiğin tehlikenin farkında değiller ki, kelime veya rakam oyunlarıyla iknaya çalışırlar, nizaha gelseler çıngar çıkacak, izaha da yanaşamıyorlar.
Bazıları da aklı sıra mizahı seçiyor.
Sanki komedi dizisi çekiyoruz burada!
*
Desen ki tarihi kale hâlâ kapalı. Ne zaman açılacak belli değil. Bir de, Fırat Görgel Başkanımın yerinde olsam, tarihi Uzunoluk Hamamını yeniden açtırırım. Güya müze yapıldı, içini bırakın görmeyi, içinde ne olduğunu bilen yok. Yerli ve yabancı turist geldiğinde, kurtuluş harbinin simgesi olan tarihi hamamı bulamayınca yerinde, hani biz tarihimizi çok seviyoruz, tarihimize ve kültürümüze düşkünüz diyoruz ya, onlar da alaycı bir gülümseme ile başlarını sallayarak ayrılıyor oradan. Sütçü İmam ruhu imiş, yahu bırakın bu boş işleri.
Sonra bir de tutturuyorlar, ‘Sütçü İmam’ın torunuyuz!’ diye. Ben kimsenin torunu değilim kardeşim, ben dedem Hamit Çavuş’un torunuyum, o kadar!
*
NOT: Yazı uzadı, sizi sıkmamak için Aydın havası (pardon Aydın aba’sı) olsun istedim. Arkası gelecek.