Toplumun geldiği noktayı öğrenebilmek, bir yargıya varabilmek için bir berber dükkânına gidin, tıraş olurken ne hikâyeler dinleyeceksiniz.

İnsana dair hikâyelerin ardı arkası kesilmez zira. Acılar, hüzünler, mutluluk-mutsuzluklar, kahırlar, sitemler, eleştiriler sınır tanımaz iken, özellikle depremde canı yanan, işyerleri kaybolan, çekirdek aile dediğimiz yakınlarını yitiren insanların dramını, geçirdikleri travmaları dinlesiniz, yüreğiniz burkulur.

Ağlarsınız belki.

Ya da bir kaldırıma oturun sıradan biri gibi. Gelip geçenleri seyredin. İnsanların yüz ifadeleri, mimikleri, çok şey anlatacaktır dilsiz insanlara.

Kimsenin yüzü gülmüyor, gülümsemek içinden gelmiyor. Neye sevineceğini, neye ve kime üzüleceğini bilmeden yürüyen vatandaşları seyrederken, hangi duygular içinde olabileceğinizi tahmin edin bir ara.

*

Toplu taşıma araçlarına bindiğinizde dinlediğiniz günlük hikâyeleri bir araya toplasanız roman olur. Sadece bir gün zaman ayırın, insanların ne konuştuklarına kulak verin, siyasetçiler için ne diyorlar, belediye başkanları için ne düşünüyorlar, özel meselelerini nasıl içlerini çeke çeke, belki de utana sıkıla hangi ruh halleriyle anlatıyorlar, şahit olduğunuzda yüreğiniz burkulur, ‘Vay be, biz bu hale gelecek insanlar mıyız?’ diyeceksiniz!

O yoksul, o gariban adam bir izmariti bulduğu için sevinmiştir belki ama o yoksulu bu hale getirenler acaba utanabilecekler miydi? Ailesi, çocukları yok muydu? Onu bir izmarite muhtaç edecek ne yapmıştı da, bir izmarite mecbur ve mahkûm kalmıştı? Bunu sorgulamak gerekmiyor muydu?

*

Kimisi yakınlarını yitirmiş, kimisi birikimlerini, kimileri oturdukları evi, daireyi, kimileri hatıralarını kaybederken, enkazla birlikte giden ne varsa düne dair, onların gidişine mi yansın insanlar, işyeri çökmüş, makinaları-aletleri parçalanmış, ekmek yiyecek kapı bırakmamış depremin yaralarını nasıl saracağını kara kara düşünen insanların dramlarını görürsünüz.

Yoksulluk arttı. Arsızlık zaten doludizgin, hırsızlık, yağma her gün zirve yapıyor. Binalar yıkılırken firma yetkilileri veya çapulcular, önce demir-kapı-pencere aksamlarını alıp götürüyor. Enkaz ne zaman kalkarsa kalksın, çok da umurunda değil.

Onun için önemli olan enkazdan kaldırdıkları eşyalar, satıp para edebilecek kalıntılar.

*

Bu ruh haliyle bir gün Şekerdere’nin başında bir gelinlikçi dükkânının önüne oturdum. Soluklanmak için, bir damla nefeslenebilmek için.

Gelinlikçi dükkânından bir bayan içtiği sigarayı kaldırıma fırlattı yanık halde iken. Ama daha yarımdı sigara. Attı, fakat sönmedi izmarit.

Gözümü sigara izmaritinden ayırmaya vakit kalmadan, hemen yanı başımdan geçen yaklaşık 50-55 yaşlarında olabileceğini tahmin ettiğim bir yoksul adam, ki kılık-kıyafetinden belli, eğildi, yanık haldeki yarım sigarayı aldı ve içmeye başladı, sonra da karşı kaldırıma geçerek yürümeye devam etti.

*

Şaşırdım mı, hayır. Şokta mıydım, asla! Kim bilir bunun gibi daha ne kadar insan hikâyeleri yaşanıyordu bu şehirde, halkım içinde.

Gazetelerin üçüncü sayfalarına bakmaya korkuyorum. Her gün rezalet, her gün bir sefalet, her gün birkaç cinayet, her gün birden fazla kadına şiddet, işkence.

Ve artana fuhuş!

Nereye koşuyoruz doludizgin, bilen var mı?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol