banner1451
banner1461
Öne Çıkanlar SİZE İHTİYACIMIZ VAR KAHRAMANMARAŞ ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİANIYOR DULKADİROĞLU BELEDİYESİ ASFALTTA TAM GAZ GEBEL DE MİLLETVEKİLİ ADAYI BORAHAN

Bu haber kez okundu.

MADO, TÜRKİYE’Yİ ANLATAN İNSAN HİKÂYELERİNDE

Kahramanmaraş’ın ünlü dövme dondurmasını 4 kuşaktır işleyerek tüm dünyaya ün salan MADO, tamamen doğal aromatik bitkilerden oluşan ürün yelpazeleriyle de dikkat çekiyor. 40’ı aşkın ülkede Türk bayrağını dalgalandıran ve her geçen gün daha da büyüyen Kahramanmaraş’ın gururu MADO’nun Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Sait Kanbur, YouTube kanalı olan Story Box’da yayınlanan ‘Türkiye’yi anlatan insan hikâyeleri’ programına konuk oldu. MADO’nun kuruluş aşamasından geldiği noktaya kadar yaşadıklarını anlatan Kanbur, “Çok zengin olabilirsiniz ama adam olmak ayrı bir şey. Onun için özveri, fedakârlık yapacaksınız. Bulunduğunuz yere fedakârlık yapacaksınız. Yapmazsanız olmaz, sınıfta kalırsınız” dedi.

 ZENGİN FAKİR HEP AYNI MAHALLEDE YAŞARDIK

Hayat hikâyesini anlatan Kanbur: “Zengin fakir hep aynı mahallede yaşardık. Hepimizin yaşam tarzı aşağı yukarı aynıydı. Okuldan geliriz, hemen dükkâna koş. Artık ortaokula doğru gitmeye başladık, baktık dükkânda işimiz çok, oraya mı gitsek buraya mı gitsek? Dondurmacılığı daha çok sevdim, çünkü niye çok sevdim? Babam dondurmacı, dedem dondurmacı, dedemin babası dondurmacı, ecdattan beri geliyor. Bu görevi biz aldık belli bir noktaya doğru geldik. İdealim de şuydu; Roma diyorlar, İtalyan diyorlar... ‘Bu İtalyanlar nasıl dondurma yapar?’ diye merak ediyorum. Askerden sonra gittim. İtalyan dondurması ile bizim dondurmayı karşılaştırmaya başladım. Mukayese ettim, biz onlardan çok ileriyiz ama mücadele verdim. Gittim geldim, param yok. O bahnoflar içinde, büyük tren istasyonlarındaki bahnoflarda yattım para yok, bir şey yok yattım. Para yok ki otelde yatalım, para yok ki ekmek yiyesin, yok. Biz oraya zor vardık, zor düştük ama gittikten sonra orada tabii markalaşmalar neler, neler oluyor bitiyor, o bizim önümüzü açtı. Adamın dükkânında çalıştık.

Adamın bize para vermesi gerekirken adam benden para istedi. Allah Allah olur mu böyle şey. Burada işi öğrendiniz diyor. Sonra kendime hep şunu söyledim; Demek ki akıl parayla satılıyormuş. Paran olursa her yerden alabilirsin. ‘Eyvah’ dedim, biz burada çalışacağımıza adama para versek bize bunu anlatırdı. Aklın parayla satıldığını öğrendim.

MARKALAŞMAK DEMEK SADECE TABELA ASMAK ZANNEDİLİYOR

Çok mücadele verdim. O zaman Türkiye’de dondurma diye bir şey yok. Marka da yok, markalaşma diye bir şey de yok. Markalaşmak demek sadece tabela asmak zannediliyor. MADO, Maraş dondurma demektir. Bizim aileye sorarsan ‘Mehmet Ağa’nın dediği olur’ yazar. Nerede büyürüz, nerede çıkarız diye İstanbul’a doğru geldim. Markalaşmanın ne olduğunu böylelikle öğrendim ve niye İstanbul’dan başlamamız gerekir, ‘Ticaretin başkenti burası, biz buradan yürüyeceğiz’ dedik. 5-6 kişi ortak yaptım. Güvenilir arkadaşları oyunun içine aldım. Yalnız başıma yapacak gücüm yoktu. Bize babamızdan miras dondurma kaldı. Bir de kendimize özgüvenimiz kaldı. Hani diyor ya; Türk, öğün, çalış, güven. Bizde öğündük, güvendik kendimize. 1992’ler de İstanbul’da tek dükkân Bağdat Caddesinde açtım. Franchise nedir, dedik onu da bilmiyorduk. Türkiye’nin ilk Franchise’ını veren benim. Franchise sadece bir ürün değil, bir sistem. Al-sat bu bayilik gibi bir şey olur. Ama bir franchise veriyorsun, bayilik vermiyorsunuz. Sistemi veriyorsunuz, devamlı onunla beraber yaşıyorsunuz. Ürünü geliştiriyorsunuz, menüyü geliştiriyorsunuz, konsepti geliştiriyorsunuz. Ona devamlı para kazandırmak zorundasınız, takımın içine alıp beraber çalıştırıyorsunuz. Devamlı ileriye taşımak zorundasınız.

BUGÜN 300’Ü AŞKIN TÜRKİYEDE 40’I AŞKIN DA YURT DIŞINDA İŞLETMEMİZ VAR

Biz 3-5 dükkândan başlayıp, bugün 300’ü aşkın Türkiye’de, 40’ı aşkın da yurt dışında işletmemiz var, bunlar kolay değil ki. Bütün bayilerime söylerim. ‘’Önce sen kazanacaksın ondan sonra ben kazanacağım’’ diyorum. Hikâyen olmazsa seni hikâye yaparlar. Onun için mecbursunuz, bulunduğunuz yere model olmaya karar vereceksiniz. Her zaman şunu söylüyorum: Yapan değil, satan usta. Yapabilirsiniz ama satamazsınız. Satışın dili var, dilini konuşacaksınız. Sokağın dili var. İstanbul’un dili başka, Anadolu’nun dili başka. Her yerde her dil konuşulmaz. Müşteri geldiği zaman gözüne bakarız. ‘Emmi hoş geldin, Amca hoş geldin, Hanımefendi hoş geldin’ Aynı hanım bunlar ama onun dili oydu ben onu konuştum. Onu satmam için onun dilini konuşmam lazım. Bunlar da yaşanarak olur. Çok zengin olabilirsiniz ama adam olmak ayrı bir şey. Onun için özveri, fedakârlık yapacaksınız. Bulunduğunuz yere fedakârlık yapacaksınız. Yapmazsanız olmaz, sınıfta kalırsınız. Ticaretin dini, imanı, milliyeti olmaz. Ticaretin tek dili olur; kazanmak. Düştüğünüz yerden kalkmayı öğreneceksin. Kendi ayaklarının üzerinde kalkacak, kimseye yük olmayacaksın. Taşımaz, ailen de taşımaz, anan da baban da kimse taşımaz ama yükünü alırsan herkes yanında durur. Paylaşmayı bileceksiniz. Yeni gençlere bakıyorum, yanındakiyle arkadaşlık yapmıyor, cep telefonuyla konuşuyor. En iyi arkadaşı o adamın, yok öyle bir şey. Kendini anlatacak kimsesi yok. Çünkü çevreye dokunmamış ki. İçimi dökeyim, biri yok mu içimi dökeyim. İçini dökecek bir arkadaşı, kimsesi yok adamın. Duvarla konuşacak adam. Çünkü cep telefonuyla arkadaşlık yapmış. Her gittiğim ülke de öyle hale geldim ki, oralardan da bir şey öğrenmeye çalıştım. Yurt dışı açılışlarına mümkün olduğunca kendim gidip geliyorum. Turizm elçiliği yapıyorum. Sadece MADO’yu anlatmıyorum, ülkemi anlatmaya çalışıyorum.

6 AY SONRA 1.5 MİLYARLIK DÜKKÂNIN SAHİBİ OLUYORSUNUZ

 Sadece dondurma da satmıyorum artık ustaların da ihracatını yapıyorum. Okullardan aldığım çocukları da o taraflara gönderiyorum. İstihdam sağlıyorum ama şimdi yeni bir çalışmalarım var. ‘Kendi işini kendin kur’ diye. Gençlere yeni bir iş kolu açıyorum. Dondurma dükkânları yapmaya çalışıyorum. Her köşede her mahallede, ama kendiniz çalışacaksınız. Burada da demek istediğim toplumun yükünü almak, gençleri oyunun içine dâhil etmek. ‘Kafe de git bir garsonluk yap’ demiyorum. Gel kendi işini kendin kur ama kendin çalışmak kaydıyla. 26-30 ayda amorti ediyorsunuz, 6 ay sonra 1.5 milyarlık dükkânın sahibi oluyorsunuz. Öyle hale geldi ki; Sen ağa ben ağa ineği kim sağacak. Biz gençlere diyoruz ki artık; İneği siz sağmayı öğrenin, işte zengin o zaman olur.

BEN BABAMDAN SADECE İKİ TANE DONDURMA ALDIM

Ticarette dik duracaksınız, eğik ticaret olmaz. Ben babamdan sadece iki tane dondurma aldım; bir sade kaymaklı dondurma bir fıstıklı dondurma aldım. Bugün 250 tane pirinçli dondurmaya kadar yaptım. Siyah çayından, yeşil çayına kadar yaptım. Çalışmadığım meyve, çalışmadığım ürün yok ama ne yaptık, aldık bir yere doğru taşıdık. Yoksa iki tane dondurmayla oturur dururduk. Bizden sonraki de, 200 de o koyacak üstüne. ‘Biz ne yapabiliriz’ diyecek, bu böyle olacak. İzmir’de fuarcılık yapıyorum. Lunaparkın girişinde bir dondurma büfemiz var. Bir çocuk turşu satıyor, biri badem satıyor, ben de dondurma satıyorum. Çocuk bağırdı; Badem gözlü ablalar bakar mısınız? Ben şimdi ‘Kadına niye badem gözlü dedin’ dedim. Kadın bir şey demedi. Biz Maraş gibi yerden dondurma götürmüşüz dondurma satacağız, kendimizi ifade edemiyoruz. Küçüğüm daha 1968 yılı, askere gitmemiştim. Baktım olacak gibi değil. Kendi kendime diyorum, ben de onların aynısını yapacağım, utanıyorum, özgüvenim yok. İşte özgüven orada başladı. Akşama doğru dükkanın işi azaldı. Kendi kendime başladım; ‘Buyurun efendim buyurun, ablalar gelsene’ gibi kendi kendime konuşuyorum. ‘Dondurma var abi yesene, gelsene’ derken çok müşteri olmaya başladı. Ertesi gün aynı numarayı tekrar yaptım. Başımıza adam dolmaya başladı. Sokağın, satışın dili varmış, oradan öğrendim. İyi satıcı ya dilli ya zilli olacak, bunu yapamazsan çok işi yapamazsın.

USTANIN YANINDA YAŞARSAN USTA OLURSUN

Dondurmamızın bir hikayesi var, çorbamızın bir hikayesi var, lahmacunumuzun bir hikayesi var, kahvemizin bir hikayesi var, hepimizin bir hikayesi var. Bu hikâyeleri toparlayıp, kendi okullarımızda bunu alıp, ustaları eğitip dünya ya anlatsın. Artık Türkiye bu konuda gastronomi ülkesi olsun. Bunu anlatalım, bununla yola çıktığımızı anlayın ki, yoksa okulların yükünü niye alacaktım ki, bunları gördüğüm için aldım. Eskiden ustalar olsaydı, yetişen çıraklık olsaydı, çıraklıktan öğrenirdi. Çıraklar gelmeyince mecbur kaldım. Biz bunları ustalarımızdan öğrendik. Babadan, dededen, bu ustalıkta yazıyla çizgiyle olmaz. Ustanın yanında yaşarsan usta olursun. Maalesef bir tabir var. ‘Oğlan babadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir komşu gezmeyi’ Usta ustadan öğrenir. Adamın yükünü alacak, yük olmayacaksın. İtibar satın alınamaz, yaşanarak olur. Hayal gücün olacak. Kendine özgüvenin olacak. ‘Bende burada önde koşacağım diyeceksin’. Diğerlerinden farkı olabilmem için çok çalışmam lazım. Dedim ya para nerden artar oğlum, ya işten ya dişten. İş ne demek çalışmak, diş ne demek tasarruf. Ne derler işte’ Ayağını yorganına göre uzat’. Onu bilirsen tamam. Aileye yük olma, ailenin taşı bu kadar basit. Koskoca adam olmuşsun artık bu ailenin yükünü alacaksın. Avrupa da adam diyor; ‘18 yaşın üstüne para verilmez, git ayaklarının üstünde dur’. Herkes Alman usulü kendi parasını vermeye çalışıyor. Git şimdi Amerika’ya bak, Obama’nın kızı kasiyerlik yapıyor. Niye paraya ihtiyacı olduğu için mi? Hayata ihtiyacı var, hayata. Hayata dokunacaksınız, özgüven de bu, o zaman birine model olursun, biri de seni model alır. Bizde Maraş’ta adet tabi eskiden öyleydi. Çocuk daha doğar doğmaz, annesinin memesini değdirmeden önce, bil bal değdirilir ki tatlı dilli olsun diye, arkasından zeytin değdirilir ki ilimli İrfanlı olsun diye, arkasından nar değdirilir, tane tane konuşsun diye. Dil çok önemli, oğlum dilin başıma giydirdi kilim, dilim yılanı deliğinden çıkardı tatlı dil. Tatlı dilli olmak için de önce annen ağzına bal değdirecek. Şimdi sıkıntı burada tatlı dilli olmuyorlar, balı unuttular” ifadelerini kullandı.

KAYNAK; Manşet Gazetesi-Haber Emrah Özdemir

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol