Eskiden Maraş çeltik (pirinç) ekim alanları ile doluydu. O kadar ki topraklarımız ekim için yetmez, GAP bölgesine gidilir, oralarda tarımı yapılırdı. Sarı Çeltik dediğimiz kaliteli pirinç işte o tarlalardan çıkan ürünlerdi.
Pirinç ekene de ‘çeltik ağası’, bir zamanlar sağımız solumuz pamuk tarlası ile doluydu, ki tekstil sektörünün ana hammaddesiydi, pamuk ekenlere ‘pamuk ağası’ denilirdi.
Gaziantep’te de ‘Çayırağası’ vardı. Otobüs firmasıydı.
*
Aslında konumuz organik ve sera ürünü hıyarlar. Salatalık Türkçesi.
Tabi siz organik olanını seçer, alır, yersiniz. Tıpkı ben gibi. Sağlığını düşünen ilkini tercih eder. Kaldı ki mevsiminde olmayan ne hıyarı alır getiririm eve, ne baldırcanı. Eh, bu yaştan sonra sağlığıma daha çok önem vermiyor da değilim. Düşünmem gerek. Belki gençlikte kıymetini bilemedik ama bari bu yaştan sonra yediğimize, içtiğimize, diktiğimiz söküklere dikkat etmemiz gerekiyor.
Ruh sağlığımız için de geçerli bu kural.
*
Eskiden bir ürün, malzeme alırken sorardık, ya da satıcı açıklık getirirdi, ‘şu yerli malı, şu Avrupa…’ Tabi Avrupa malı denilince akan sular dururdu, fiyatı bizim malzemelere oranla daha pahalıydı. Ama sağlam olurdu, kaliteli olurdu, uzun ömürlü olurdu. Öyle yetiştirdiler, öyle alıştırdılar, öyle algı operasyonu ile bizi kendi yerli ve milli değerlerimizden uzaklaştırdılar.
*
Daha tarla ürünü sebze-meyve çıkmadı piyasaya, hale gelen olmadı. Çoğu değil, hepsi sera ürünü. İlaçlı, hormonlu, GDO’lu ve zehirli. Evden istiyorlar, hadi cesaretin varsa yok de, alma!
Lezzet var mı, rayiha var mı, o da yok. Ha saman yemişin, ha kabak, ha hıyar, ha baldırcan. Meyveler de sebzelerden farklı değil.
Gündüz alıp dolaba koyuyorsun, bir-iki saat sonra dolabın içinden çatur-çutur sesler geliyor. Sebzeler, meyveler parmak kadar iken, bilmem ne kadar oluveriyor birkaç saat içinde. Çıkar dolaptan, birkaç saat beklesin dışarıda, çürüyor, kokuyor, çöpe atmaktansa kullanıyorsun ve zehirleniyorsun içten içten.
*
Bu mevsimde bile sera ürünlerine tarla diyen esnaf çok. Eh biz de salağız ya, ahmağın önde gideniyiz ya, yiyoruz hemen. Organik dediğin her şey ilaçlı, zehirli. Doğan bebekler de sera ürünü sanki. Büyümüyorlar, uzamıyorlar, zeka katsayıları ile orantılı yaşamıyorlar.
Köy kahvaltısı alışkanlığımız-geleneğimiz vardı, son senelerde yine hortlasa da, vatandaş uyandı artık. Ne köyü, ne organiği. Organik yumurta da yok, yoğurt da yok, tavuk da yok. Ne bilmem nerenin hıyarı, ne bilmem hangi mahallenin domatesi, köylü bile şehirden alıp gidiyor evinin ihtiyacını. Köyde ekip-biçen kalmadı, tarlalar boş, hayvancılık zaten bitti, tükendi. Kimse üretmiyor, yetiştirmiyor, şehre bağımlı, mecbur yaşıyor. Bereket de sizlere ömür!
Ne yapıyor kırsaldaki vatandaş, şehre yerleşiyor, adapte olmaya çalışıyor, üzerine peçete konulmuş sözüm ona kaymaklı yoğurdu da köy yoğurdu diye vatandaşa itekliyor!
Uyanık ya!
Esnaf zaten çızii yırttı. Ne esnaf ahlakı kaldı, ne ciddiyeti. Kör tuttuğunu hallediyor misali, müşteriyi kazıklamak için yağmur duasına çıkacak neredeyse.
Ben işte bu organikten çok, sera ürünü hıyarlara ifrit oluyorum!