Çoktandır yazmak istedim, elim değmedi, zaman bulamadım değil, bekledim. Suların durulmasını, taşların yerli yerine oturmasını bekledim.

Belki bir uzlaşma zemini bulunur, şehir bir krize, kaosa sürüklenmez, ücret konusunda üç aşağı beş yukarı anlaşırlar, işçileri greve giden şehir olarak tarihe geçmeyiz diye bekledim.

Millet de yüksek sesle düşünmeye başladı; “Her gün iki köşe yazısı yazıyorsun, bir de Manşet Gazetesine. Üstelik de yazdıklarının hepsi yerele dair. Ancak şu kadar zaman oldu, işçilerin grevi ile kılını kıpırdatamadın, kulağının üzerine yatıp iki satır yazıp kamuoyunu bilgilendirmedin. Kim haklı kim haksız bir eleştiride bulunmadın. Yoksa çekindin mi, tırstın mı, korktun mu, ya da açık açık söyleyelim, satıldın mı, kalemini kiraladın mı?”

Hepsi bir tarafa da, en son cümleden çekindim. Bu ithamın, bu suçlamanın bir gün karşıma çıkacağını biliyordum.

Çok ağır bir suçlamaydı çünkü.

*

Ya ben anlama özürlüyüm, ya da birileri bu meseleyi kamuoyuna servis etme cahili, belki de ateşle oynayan bazıları bu gerginlikten nemalanmaya mı çalışıyorlar bilemiyorum, kestiremiyorum, akıl sır da erdiremiyorum, şehir bir aydır Büyükşehir Belediyesi işçilerinin greve gidip gitmeyeceğini konuşuyor, tartışıyor. Başka gündem maddesi yokmuş gibi.

Bir yanda Hizmet İş Sendikası Başkanı Ömer Çınar…

Bir yanda Büyükşehir Belediyesi ve onun Başkanı Hayrettin Güngör.

Baştan söyleyeyim de maraza çıkmasın, kimsenin ne gönüllü avukatıyım, ne de dalkavuğu… Buna ne Büyükşehir Belediyesinin ihtiyacı var, ne de benim. Kaldı ki Büyükşehir Belediyesinin Hukuk Servisinde onlarca avukatı varken hele hele…

Benim esamem bile okunmaz!

*

Bu meselede, kamuoyu ikiye bölündü. Maksatlı ve yıpratıcı yayınlar, Büyükşehir Belediyesini hedef tahtasına koyarken, meseleye vakıf olan da olmayan da aldı ele gitti yola misali, Başkan sayın Hayrettin Güngör’ün  darağacına çekilmediği kaldı. Öyle ki, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kahramanmaraş Milletvekili sayın Ali Öztunç bile Başkan Güngör’e çağrıda bulundu, ‘bırak inadı, anlaş işçilerle!’ diye uyarıda bulundu.

Yine öyle bir kampanya yürütüldü ki, Başkan Güngör’ün neredeyse işçi düşmanı ilan edilmediği kaldı.

Bir linç kampanyasıdır aldı başını gitti…

Şunu bilir, bunu söylerim, hiçbir baba, evladını mağdur etmek istemez. ‘Evladım ele güne muhtaç olsun!’ diye düşünmez, içinden de geçirmez.

Babaların görevi evladının sadece dünyaya gelmesine sebep olmak değildir. Önemli olan, dünyaya geldikten sonra sağlıklı büyümesini sağlamak, iyi bir insan olması için iyi bir ahlak vermek, iyi bir eğitim sunmak, temiz ve helal kazançla büyütmek, askere gönderip mürüvvetini görmek.

Ve hiçbir baba da evladını sokakta bulmadıysa kapının önüne koymaz!

*

Adı üstünde Büyükşehir…

İlçelerin babası… Koruyan, kollayan, gözeten, gölgesini üzerinden eksik etmeyen, dar ve zor günlerinde maddi manevi yanlarında olan, imkanlarıyla, teknik ve sosyal unsurları ile ilçelerin elini güçlendiren, ilçelerin yetişemediği, uzanamadığı noktalara ulaşabilen Büyükşehir, ki bütçesi ile maddi sorunların üstesinden gelebilecek imkana sahip iken, kamuoyu şunu söylemeye başladı; “Bu grev olayı ya Hayrettin Güngör’ün başını yiyecek, ya da sendikanın!”

Biz kimsenin başının yenmesinden yana değiliz. Uzlaşmadan yanayız. Diyelim ki işçiler kendilerine verilmek istenen ücreti beğenmediler, sendikalarının ‘hadi, greve gidiyoruz!’ demesiyle işi bıraktılar. Ne olacak! Yerel anlamda Kahramanmaraş, tarihinde yaşamadığı bir olay ile anılacak, ‘belediye işçileri greve gitti’ damgası ile yaftalanacak.

*

Şunu da dediler ve yazdılar; ‘Hayrettin Başkan işçilere insanca yaşama ortamı sağlayacak ücreti vermedi. CHP’li belediyeler dahil, diğer ilçe belediyeleri işçileri memnun eden, onların istediğinin üzerinde bir ücretle taçlandırır, sevindirirken, Başkanın bu kuru inadı yerel yönetim tarihine kara bir leke olarak kazınacak!’

Bunu bilir, şunu söylerim, hayatta üç şeyi yönetmesi zor; kadını, parayı ve çalışanı…

Başkan sayın Güngör, bütçeyi sıkıntıya düşürmek istemeyip, çalışanları memnun edemeyince, çalışanı da parayı da yönetemeyen yerel yönetici konumuna düşürüldü.

Geçenlerde, Büyükşehir Belediyesinde çalışan bir arkadaşımız, (ki o ücret baremi, yani tablosu Büyükşehir Belediyesinin sayfasında vardır mutlaka. Sizi rakamlara boğmak istemedim çünkü!) belediye çalışanlarına verilmek istenen, ancak Hizmet İş sendikasının kabullenmediği ücret tarifesini, tablosunu bize gösterince, düşünün, bir görevin 2 amiri, altında aynı işi yapan 4-5 işçisi var. Dengeyi kurabilmek, sosyal eşitsizlik ilkesini sıfırlamak, ortadan kaldırmak adına sunulan imkân, daha doğrusu teklif edilen ücret, hiç de öyle azımsanacak gibi gelmedi bana.

*

Tabi bu yazımla tepkileri, şimşekleri üzerime çekeceğime inanıyorum. Biliyorum bunu. Büyükşehire ve Başkanı Güngör’e karşı ön yargılı, peşin hükümlü olan zihniyet, kim bilir arkamdan neler söyleyecekler. Yüzüme karşı bir türlü, sırtımı dönünce bir başka türlü konuşacaklar, arkadan hançerini saplayarak görevlerini yerine getirmiş olacaklar!

Bu yazıyı Başkan Güngör’den aferin almak, ‘Eline sağlık Mehmet abi’ desin diye de yazmıyorum.

Demez de, aramaz da zaten.

Arasa ne olur, aramasa neyim eksilir! Zaten yatıya gelen misafir gibi, zaten Büyükşehir’de ilk ve son dönemi olduğundan, 2-3 sene sonra çekip gidecek! Belki bir daha yüzünü bile göremem!

Ama üzerine yüklenen bir vebal var. Kul hakkını çok iyi bilir ve gözetir! Buna kefilim. Biliyorum, tasarrufa meyleden yapısı var. Tamam, tasarrufa gitmesi iyi güzel de, işçilere de hak ettiği ücreti, onların insanca yaşamalarına zaman ve zemin hazırlayacak ücreti de vermekten kaçınmaması en doğrusu.

Çünkü veren el, alan elden üstündür. Başkan bunu çok iyi bilir, ki itikat ve iman sahibi bir insan.

Ama inatla belediyecilik olmaz. Yapılmaz! Tepkileri, şimşekleri üzerine çekeceğine, üç aşağı beş yukarı oturup sendika ile anlaşmalı, işçileri greve mecbur etmeden, sosyal yaşamı olumsuz etkileyecek unsurlara ve kişi veya kişilere meydan vermemek ve zemin hazırlamamak adına, cimrilikten de vazgeçecek!

*

Özetle…

Ben ne sendikadan, ne Büyükşehir Belediyesinden yanayım. Sütçü İmam’ın değil, Fiskeci Zade’lerden Hamit Çavuş’un torunu olan ben Mehmet Fiskeci, uzlaşmadan, grevsiz bir şehirden yanayım. Kaybeden değil, kazanan bir şehirden, iç barıştan, huzurdan yanayım.

Ne diyordu atalarımız, ne verirsen elinle, o gider seninle…

Bilmem anlatabildim mi?

Anlamayan varsa anlayanlardan öğrensinler ne demek istediğimi…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol