banner1483

Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan sürekli sabır talep ediyor vatandaştan. Sabır ile ilgili sorunum olduğunu fark etmem de bundan ötürü oldu.

Sabrın kökenine baktım; Arapça şabr'dan geliyormuş: Tahammül, katlanmak, başa gelen haksızlığa, zulme ses çıkarmadan beklemek. Tevekkeli sabırsızız çoğumuz. Katlanmak mı? O niye?

Açılımı şu olsa gerek; “Sabır, ya da dayanç, zor şartlar altında cesaret ve metanetini yitirmeme duygusudur. Sabırlı insan, uzun süreli gecikmelere ve tahriklere rağmen moralini bozmadan yoluna devam eder veya beklemesini sürdürür."

Sabrın sonunun selamet olduğunu bilir, yazarız yıllardır. ‘Sabırla koruk üzüm olur!’ diyenlerin de bir bildiği var diye düşünenlerdenim yıllar yılı… Sabreden derviş, muradına erermiş ya, bazen kendimi derviş yerine koyduğum da oluyor. Ne zamana ve nereye kadar, işte onu bilemiyorum!

*

Kafka 1920'de aşık olduğu kadının babasına yazdığı mektupta; “Yaşam, bir sabır oyunundan fazlasıdır” diyor. Aynı yıl içinde birkaç ay sonra ise artık başka bir kadın var hayatında ve Milena'ya mektubunda; “Dünyada benim ihtiyaç duyduğum kadar sabır var mı?” diye soruyor.

Bu kez de Perec sabırlı olup beklemeyene de çatıyor, üzerine alınmalı mı sabırlı ya da sabırsızlar?

“Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. Hiç dinlemeden duyuyor, hiç bakmadan görüyorsun: Tavanlardaki çatlakları, parkenin dilimlerini, gözlerinin çevresindeki kırışıklıkları, ağaçları, suyu, taşları, geçen arabaları. Artık tükenmez olanın içinde yaşıyorsun. Her bir gün ses ve sessizliklerden, ışık ve karanlıklardan, yoğunluklardan, bekleyişlerden, ürpermelerden oluşuyor. Olan tek şey, her seferinde biraz daha yitip gitmen, sonu olmadan başıboş dolaşman: Vazgeçme, bıkkınlık, uyuşukluk, kendini koyveriş? Artık sen dünyanın adsız efendisisin, tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin, yağmurun yağdığını artık hissetmeyen, gecenin gelişini artık görmeyen kişisin. Ne bir aşama sırası, ne bir tercih. Düpedüz bir kayıtsızlık seninki.”

Yüce dinimiz İslam ise tevekkülü tembihler, sen Allah'a havale et, rahat et der. Kader, nasip ve kısmet ile açıklanabilir her şey.

Kaderinse çekersin, nasipse olur, kısmetse çözülür, bolca sabır, sonu selamet diye umulur. Bazen sabır taşı da çatlarmış, vakti saati geldiğinde.

*

Bir çelişki olacak ama günümüz dünyasının İslam adına büyük konuşmacısı diye geçen isimlerden Pakistan asıllı ABD vatandaşı, akademisyen Nouman Ali Khan bakın nasıl anlatıyor sabrı: “Duygularınızı şişelere doldurup durmaya sabır denmez. Aslında biriktirdiğiniz şey barut tozudur ve en sonunda patlar.''

Kişi olarak sabretmeyi severim, bilirim.

Biri bana sabret deyince ense tüylerime kadar ürpermem belki de bundan; duyguları şişeleyip durduğumuzdan.

Daralan siyasete sabrediyorsun, kahreden ve mutfaklardaki yangınlara sabrediyorsun, iyilik yaptıklarının ihanetlerini gördükçe sabrını sınıyorsun, en yakınlarının seni arkadan hançerlemesi bir tarafa da, hakkında ulu orta dedikodular yapmalarına aldırış etmeyip sabır gösteriyorsun, gazeteci ayağına toplumsal gerilime kafa tutanlara tanıklık edince sabır taşının çatladığını fark ediyorsun nihayetinde.

*

İçimizde olan çapsız başkanları, etliye sütlüye karışmaktan korkan bürokratları, yaşadıkları onca olumsuzluklara rağmen sesini çıkartmaktan imtina eden işadamlarını, hiçbir proje üretmeyip, kendi piarlarını yapmaktan öteye geçemeyen özgül ağırlığı tükenmiş sivil toplum kuruluş liderlerini, karekökü sıfırlanmış, kamuoyunda karşılığı yerlerde sürünen gazeteci kılıklı gölgeleri gördükçe nasıl ve ne zamana kadar sabredeceğimi sorgulasanız da, bir günde kaç kilometre yürüyoruz, kaç vasıtaya biniyoruz, kaç kere telefonumuz çalıyor, kaç insanla kucaklaşıyoruz, kaç kere bakıyoruz göğe, kaç kedi, köpek okşuyoruz, kaç dükkâna girip çıkıyor, kaç kişiyle selamlaşıyoruz? Kolay mı insanların ömrünü çalmak öyle?

Arsaya çökersin rayici var, kaçakçılık yaparsın tutarı belli, ihaleye fesatın hesabı illaki çıkar, insan ömründen çalanın cezası ne, karşılığı ne, bedeli nasıl hesaplanacak? Giden günler sadece içeride tutulanın hayatından değil tüm sevdiklerinden eksiliyor. Dışarıda olsalar hayata sunacakları katkı tüm toplumdan eksiliyor. Raporlar yazılamadı, dersler verilemedi, filmler çekilemedi, davalar açılamadı. Bunlar nasıl hesaplanacak? Nasıl hesaplaşılacak?

Bazen öyle dangalaklıklarla karşılaşıyoruz ki, memleket dangalak dolu, ister istemez sabrediyorsun. Şehrin adı büyük, kendisi daha küçük bir köy.

Çevrende sabır taşını çatlatacak kalitesiz insan dolu.

Siz yine de ‘Ya sabır!’ çekin!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol