“Yaklaşık 40 yıldan beri basının doğrudan içerisindeyim. 1972’den beri görüş ayrımı yapmaksızın gazete okuruyum. Bu süreçte baskı teknikleri, kâğıt özellikleri, haber dili ve hatta son dönemde e gazete uygulamasına kadar birçok gelişme oldu.

Ama bazı kelimeler kalıplaşmış olmalı ki, en azından 50 yıldan beri değişime uğramadı.

Bugüne kadar hiç görmediğimiz alıcı kılığı tanımını defalarca okudum ama nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum, çünkü hiç görmedim. Haberlerde şöyle bir cümle geçer; “alıcı kılığına giren polis…” Sanırım görünmez tekstil ürünü olmalı. Neden alıcı gibi davranan ya da kendisini alıcı olarak tanıtan denilmez? Vardır bir bildikleri.

“Kendisine polis süsü veren”, “kendisine savcı süsü veren”, “kendisine subay süsü veren”, “kendisine vali yardımcısı süsü veren” ifadelerini o kadar sık okuyoruz ki, süsü ne kadar sevdiğimizi anlamaya yeter.

Ne demek kendisine …. süsü veren?

Doğrusu kendisini bir meslek mensubu olarak tanıtmak olmalı değil mi?

Burada bir nokta hemen hiç kimsenin dikkatini çekmiyor. “Kendisine polis süsü veren şahıs soygun yaptı”, “kendisine savcı süsü veren kişi piyasayı dolandırdı”

Bu nasıl bir ifade? Yasalar hangi meslek grubuna yasal olmayan işler yapma hakkı ve yetkisi veriyor ki, bu ifadeler rahatça kullanılıyor?

Ne yazanların ne de okuyanların bu konuda tepkisi olmuyor.

İlginç.

Televizyonlarda da sıklıkla kullanılan bir cümle var: “Kameralarımız saniye saniye görüntüledi!” kameralara mehter takımı yürüyüşünden esinlenilerek yazılım mı yüklendi?

İki saniye kayıt yapıp, bir saniye duruyorlar mı? Kameralarımız kayıt yaptı bile aslında doğru değil, kameranın kendi iradesi yok. Kameramanımız kayıt yaptı bence daha doğru olur.

Basının bir ifadesini de unutmamak gerekir. “Sanıklar adliyeye sevk edildi.” Sonra?  Adliyede ikamete mi karar verdiler? Tutuklandı mı, serbest bırakıldı mı? Ben bilmem, adliyeye gönderir sonrasını isteyen adliyeden takip etsin diyoruz. Savcı, suç unsuru göremediği için mahkemeye sevk etmeden serbest bıraktıysa onun kamuoyunda bilinmesi o kişinin en doğal hakkı değil mi?

Aman, ben de nelerle uğraşıyorum, kimin umurunda?”

Yukarıdan buraya kadar okuduğunuz satırlar, SANKO Holding A.Ş. Basın Danışmanı, deneyimli gazeteci sayın Cengiz Halil Çiçek’e ait. Noktasıyla, virgülü ile…

Kıymetli meslektaşıma bir hatırlatma, bir gönderme de ben bulunmak isterim. Tamam, yazdığının altına imzamı attım zaten de, peki kendine gazeteci süsü veren çapsızları, çapulcuları, meslek etiğini hiçe sayanları, haber ve fotoğraf hırsızlarını, alıntı yazıları kendi yazısı imiş gibi sayfasında paylaşan basın cambazlarını, bir kıçıkırık basın kartı ile çalımından, havasından geçilmeyen görgüsüzleri, küçük dağları ben yarattım ayağı ile mesleğin itibarını iki paralık eden üç kuruşluk cep telefonu ve kamera kahramanlarını, özgül ağırlığı olmayanları, karekökü sıfır olanları, gazeteciliği tehdit ve şantaj aracı, yani silah olarak kullananları, kendini hakim ve savcı yerine koyanları, özetle idrak ve izanları toplumda karşılık görmeyen ve kendine gazeteci süsü verenleri nereye koyacağız!

Yorum sizin!

İdrak, ızdıraptır…

Gün geçtikçe, beni daha az şeyin ilgilendirdiğini, daha az sayıda kişiyle yakınlık kurma ve konuşma eğilimi gösterdiğimi ve maalesef kendimi kapatarak savunma mekanizması geliştirdiğimi fark ediyorum.

İddia ediyorum ve inanıyorum ki, bu sonucun müsebbibi değilim.

Tek suçum her zaman geliştirmeye özen gösterdiğim düşünme, analiz ve yorum yapma kabiliyetimi korumaktır. Şu kesin; idrak ızdıraptır.

Bir dostun ifadesi ile bu ülkede herkes bilgisi ve görgüsü ölçüsünde ızdırap çeker.

İmza; Cengiz Halil Çiçek…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol