Geçen hafta içindeki yazımın çok eleştiri alması, okunması bir yana, laf sahibinden çoğalır misali, bu kez okur sordu; ‘Çoğu dışarıdan gelme. Bazılarını tanımıyoruz. Zaten onlar da kendilerini tanıtmak için bir çaba içinde olmadılar. Haydi bizim tanımamamız normal de, acaba milletvekilleri vatandaşı, bizi,  halkı ne kadar tanıyor!’

Şimdi kalkıp bu soruya ne cevap vereceksiniz?

*

Bu bölgede yüzyılın depremi yaşandı. Şehir yerle bir. Giden canlar bir yana, hatıralar, hayaller, birikimler, enkaz altında kaldı, kimbilir nerelere gitti.

Depremle birlikte şehir enkaz yığınına dönüştü. Genellikle Dulkadiroğlu ve hele hele Doğukent neredeyse tarihten silindi gibi.

Allah Dulkadiroğlu’na belediye başkanı olacak arkadaşımıza yardım etsin! Yük ağır, yolu uzun. Çekecek çok çilesi olacak!

*

Geçen yazıda zikrettim, sokak röportajında, sunucu kızımızın sorduğu sorulara genellikle yerel dille verilen cevap şuydu; ‘Heç birinin de gerea yok!’

Bunun anlamı şu, vatandaş siyasileri kafasından silmiş. Hiç birine inanmıyor, güvenmiyor. Sadece fotoğraf çektirdiklerinden güç aldıklarına inanıyor, sadece açılışlarda, sadece bir bakan veya yardımcısı geldiğinde sehven ve kerhen de olsa vatandaş ile yüz yüze geliyorlar, o kadar! Başka zaman halkın içinde göremediklerinden bir vefa, bir destek, bir ilgi-alaka beklemiyor.

*

Şehrimize geldiklerinde, fotoğraf çektirdiklerinden güç alanlar, güç zehirlenmesi yaşayanlar, kibir abideleri acaba vatandaşın ne kadar yanında?

Bakan yardımcısının ceketinin düğmesi ilikli iken, mahalle kabadayısı gibi ceketinin düğmesini iliklemeyeni gören vatandaş, bırak bakanı, bırak mesai arkadaşlarını, bari seni seçen vatandaşa saygılı olun, onun önünde düğme ilikleyin!

Kenar semtlere gidin yüreğiniz yetiyorsa. Esnafa, vatandaşa sorun; ‘Bir eksiğiniz gediğiniz var mı, işleriniz nasıl, akşama içecek bir tas çorbanız var mı?’

Alacağınız cevabı bildiğiniz, bileceğiniz için cesaret edemezsiniz soru sormaya.

*

Hadi vatandaşı seçimden sonra adam yerine koyduğunuz yok da, sanayici ve işadamlarını ziyaret edip, (sanayi odasını ziyaret ettik, dertlerini dinledik demeyin!) bizzat yıkılan, yanan, üretim yapamayan, çalıştıracak işçi bulamayan, taahhütlerini yerine getiremeyen işletme sahiplerine uğrayıp o  perişan hallerini gözlerinizle gördünüz mü?

Görüp de, ‘Depremde ciddi hasar görmüş işletmeniz. Yapacak bir şey varsa söyleyin, bize düşen ne varsa!..’ dediniz mi, diyebildiniz mi?

Deseler de yaptıkları bir şey yok, sadece sanayicilerin, işletmecilerin, esnafın ve vatandaşın gazını almak bütün mesele.

Sonra da fotoğraf karesiyle Ankara’ya selam çakmak, mesaj vermek. ‘Bakın, halkımızın, sanayicilerimizin yanındayız, onları ihmal etmiyor, depremzede vatandaşların kanayan yaralarına merhem olmaya gayret gösteriyoruz!’

Vatandaş yemiyor ama belki Ankara’ya yedirirsiniz!

*

Daha depremin ayak izleri silinmemişken, enkazlar yerli yerinde dururken, artçılar küçük küçük de olsa sürüp gider, acılar taze iken, seçilemeyeceğini bilen bazı belediye başkanlarının ‘Şimdiden depremin, enkazın rantını nasıl yeriz, nasıl köşeyi döneriz’ derdine düştüler. Kurdukları ‘cillok şirketi’ ile…

Yatacak yeriniz yok da, daha fazla yazarsam maraza çıkacak!

Vatandaş sizi tanımamakta haklı.

Siz vatandaşı ne kadar tanıyorsunuz ki. Ne kadar köfte, o kadar ekmek.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol