Yapacak bir şey yok, ruhuna el fatiha okuyup, helva derdine düşeceksiniz. Varsa miras olarak bıraktığı birkaç ev, altın, para, arsa, bağ falan, bir-iki gün gözyaşları dökülür, ondan sonraki timsah gözyaşlarına döner, üçüncü günden sonra unutulur gider, bir varmış bir yokmuş hikayesi başlar.
Bakın, ünlü düşünür Ernesto Che Guevara ne demiş; ‘Bir insanın yaşayıp yaşamadığını atan nabzından değil, onurlu duruşundan anlarsınız!’
Nokta!
*
İşiniz vardır, ya da canınız bir merhaba demek istemiştir veya bir talebiniz vardır bireysel, daha da ötesi çevre adına mahallen adına bir önerin olacak başkana, arıyorsun, bildik kişi karşına çıkan, ‘Başkan toplantıda abi…’
Lan bu başkan 7/24’mi toplantıda olur. Hiç mi yemeğe çıkmaz, hiç mi tuvalet ihtiyacı duymaz, hiç mi bir dostunu bir çay içimlik kadar makamına davet etmez, hiç mi dün ‘ne zaman ararsan, 7/24 bulursun beni, bir işin düştüğünde beklerim!’ demesine karşılık gecikmeli de olsa ‘Alo, beni aramışsın, buyur bakalım!’ deyip açık kapı bırakmasına rağmen karşına çıkmaz! Korkar mı, çekinir mi, gerçekten zamanı mı yok, yoksa talepleri, ihtiyaçları karşılamaya yetecek kadar imkânı mı sınırlı? Yoksa, yoksa inisiyatif almaya mı korkuyor? Yoksa kendi iradesine güvenmiyor mu? Özgüvenden yoksun mu?
Hangisi?
*
Tamam abi, iletirim. Yalan iletmez. İletmiyordur. Basın ile toplum ile başkan arasında köprü olması gerekenler, ne yazık ki duvar örüyorlar. Hem de toprakla değil, perde betonlarla…
Neredeyse kışla kapısı, asker ocağı; ‘görüşmek yasak gardaşım!’
Deyin de siz de kurtulun, biz de…
*
Valla ben namuslu adamım. Hatta Şener Şen’in oynadığı ‘namuslu ‘ filminin senaryosu bile bana ait! Kul hakkı yemem, komşunun kızına bile yan gözle bakmam, önümden gitse bir bayan, onu geçerim, yan yana bile yürümem!
Yemen ederim, bu yaşıma kadar harama uçkur çözmedim, kasap ete tenezzül etmedim!
Allah seni inandırsın, sigara nedir içmem, içkiye para vermem, kendimi zehirlemem. Pavyon mu dedin, alakam yok abi, hiç gitmedim. Gitmem de!
Herkes bilir, komşunun tavuğuna kışt demişliğim yok! Çapkınlık, hovardalık nedir bilmem. Herkes anam bacım olsun!
Yalan söyleyenin… Ha evet, evet, yalan söyleyeni Ahırdağı’na kaldırmıyorlar zaten!
Böyle diyen, iddialı konuşan, üstelik de yemin ederek sizi ikna etmeye zorlayanları dinlemeyin, mümkünse uzak durun. Bilin ki anlattığı, yok dediği bütün pislikler hayatının bir tarafında vardır.
Lağımdan, çukurdan farkı yok
*
Oturduğunuz, yaşadığınız şehir mesela… Başkanı tanıyorsunuz en azından. Beki mahallenizin çocuğu da olabilir, komşunuz, asker arkadaşınız vs. de olabilir.
İşe girecek, kırk takla atıyor, kırk kıç yalıyor. Ne zaman ki hasbelkader bir işe girdi, arkadaşınızı tanımakta zorlanıyorsunuz. Dün kıç yalayan, işe girmek için onu bunu araya koyan, kırk takla atan, kendinden küçük olanlara bile ‘abi, abi’ diye yalakalık yapanlar, ne zaman ki işe girdiler, tanı tanıyabilirsen. Bir küstahlık, bir ukalalık, bir yüksek ego, bir tepeden bakma.
Yolda görse selam vermekten imtina edecek, çekinecek köftehor!
*
Bayrama şunun şurasında bir iki gün kaldı. Kurbanlıklara güç yetmiyor ki zaten vatandaşın alın gücü de yok.
Ama çarşıya, pazara, alış-veriş merkezlerine bakıyor, giriyorsunuz. Kasaplık koyun gibi kızlar. Utanma-sıkılma yok! Gördükçe akıma Abdürrahim Karakoç’un şiiri geliyor.
Artist ol, film çevir, ismine yıldız derler,
Bin kez kürtaj yaptırsan yine sana kız derler.





