Her işi bitirdik, her boyayı boyadık, bir tek fıstıki yeşili kaldı misali, şimdi de gündemi değiştirmek isteyenler, yaşam güçlüğü yanında hayat pahalılığına tepki göstermek isteyenler şimdi de kentin yaşam alanları lokanta ve cafe’leri boykota davete diyorlar.

Bu çağrı, ülke sathına yayılınca, insan oturup düşünmeden yapamıyor.

Tamam, insanların alım gücü düştü mü, düştü.

Geçinmek zor mu, zor.

Hayat pahalı mı, pahalı…

Tamamda, lokantaların, cafe’lerin, benzer işletmelerin suçu ne. Sen üretime destek olmazsan, sen israf musluğunu kesmezsen, üretime dayalı sistemi teşvik etmezsen, kullandığımız ürünlerin çoğunluğunun ithal olduğu da göz önüne alınırsa, mazot ve gübre desteği olmayınca çiftçi de tarımdan uzaklaşınca, köyde-kırsalda oturanların bile kendilerine ait küçük de olsa tarlalarını sürmeyip, ekip-biçmeyip, şehre inerek bir fabrikaya kapağı attığını da düşünürseniz, tabi ki hayat çekilmez hale gelecek.

*

Neymiş, 21-22 Nisan günleri insanlar lokantalara ve cafe’lere, diğer adıyla sosyal yaşam alanlarına, karınlarını doyurabilecekleri mekânlara gitmesin!

Emir vermesi kolay, milleti kafaya almak da zor değil.

Pahalılığın, zor yaşam şartlarının önündeki engelleri kaldırma, bunun için çaba üretme, seçim zamanı geldiğinde söylenenlere inan, din tutar gibi parti tut, (dikkat çekerim, iktidar ve muhalefet dâhil bilumum büyüklü küçüklü partilerin temsilcileri, baronları, horozları) koyun gibi git oyunu ver, sonra da oturup ağla.

*

Gidin bakın, köylerde, kırsalda tarlalar boş. Eken yok, biçen yok. Kapağı şehre atana köyü unuttu. Ekimi, tarımı, ziraati unuttu. Gelsin dışarıdan ne varsa!

Lokantalar ne yapsın, cafe’ler ne düşünsün! İsrail mallarına boykot dediniz, balon gibi sönüp kaldınız. Boykotu da siyasi malzeme edinenlere bakın, kullandığı ürünlerin yüzde doksanı İsrail malı. Yani kimse samimi değil, hepsi göstermelik, söylemler ve eylemler birbirini tutmayınca, çelişki yaşanınca, vatandaşa da inancını, güvenini yitirdi siyasilere, kendilerini yöneten ve yönettiğini zanneden bürokratlara, siyasilere…

*

Misafiriniz gelse nereye götüreceksiniz. Kebapçıya gitme, lokantaya girme, cafe’lere oturup karnını doyurma, bazlama-gözleme de yeme, ee, zıkkım mı yiyecek bu millet. 

Pahalı imiş. Fiatlar astronomikmiş. Gitme kardeşim. Kimse sana silah dayamıyor, mecbur tutmuyor.

Getir milletvekillerine Meclis'te yedirdiğin yemeğin kalitesini, fiyatını şehre, ilçelere, vatandaşım da gitsin karnını doyursun, oturup eşi dostuyla sohbet etsin, kahvesini çayını içisin.

*

Pahalılığın, yaşam zorluğunun, üretimin önündeki engelleri kaldırmazsan, bunun için çaba harcamaz, elini taşın altına koymazsan, kusura bakma şekerim, insanları, özellikle parası olanları tutamazsın, mani olamazsın!

Burası muz cumhuriyeti değil, polis devleti değil.

Milletvekili Monaco’da istakoz yerken sesiniz çıkmaz, miletvekili 670 bin liralık Rolex marka saati koluna takarken gözün görmez, uzaklardaki adalarda tatil yapan görgüsüz zenginleri okumazsın, kaybettiği belediyeler rakiplerine dünyanın borcunu kakalarken gıkını çıkartmazsın, sonra da kalkıp bana ahkâm kesersin;  ‘gitme, yeme, içme, oturma!’

Mahallenin namus bekçisi, dürüstlük abidesi, piyasaya kafa tutan kabadayı mısın!

Get lan oradan! Acımdan mı öleyim dengesiz! Aklımızla dalga geçmeyin bizim!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol