Bazen anlatırlar ulu orta yerde, ‘Mehmet abi, benden duymuş olma ama bizim partideki şu adam var ya, beş kuruş etmez. Fırıldağın önde gideni, çevirmediği dolap, dolandırmadığı adam yok! Ne namazında samimi, ne davasında! Yazarsan, aman ha benim adımı verme!’ korku cehaleti ile savurdukça savurur, ‘Korkacağın lafı neden söylüyorsun!’ dediğimde ise ‘Bil diye söyledim…’ şirinliğine bürünürken, kerameti kendinde bulur.
Sağol canım, çok ikrama geçti. Söylemesen bilmeyecektik!
Kendine laf söyletmeyecek, biliyorum. Oysa, o laf sokuşturduğu, itibarsızlaştırdığı adama gidip seni sorsam, adını versem, aynı şeyleri senin için söyleyecek, belki de söyleyecekler.
*
Bizde hangi partide olursa olsun, kıyısında köşesinde siyaset yaptığını zannedenler, ‘ben varsam parti var, ben yoksam siyaset hikaye!’ mantığı ile kendi kendini kandıran zavallılar, oysa şehrin gündeminden yoksunlar, bırak onu bir kimseye çay ısmarlamak bile içinden geçmez, halkın içine olmaz, vatandaşın derdiyle dertlenmez, ama sorsan siyasetin kitabını yazmış adam!
Halka rağmen siyasetin yapılmayacağı gerçeğini unutmasın kimse! Halkta karşılığınız yoksa, allam-ı cihan olsanız sıfırsınız, yoksunuz, yok hükmündesiniz, zaten özgül ağırlığınız da yok, karekök desen zaten sıfır, lakin ede’me desen, siyaset ondan sorulur!
Git be işine!
*
Milletvekilleri, veya il-ilçe başkanları, kendi içlerinde bile yandaşlarını delegeleri ayrıştırdılar, kutuplaştırdılar, böldüler, parçaladılar. Kendi ikballeri için her fenalığı mübah saydılar.
Halka inmeye korktuklarından olsa gerek, karşılıksız çek gibi toplumda karşılıksız siyasetçi figürü haline geldiler. Lakin sorsan, siyasetin kitabını yazmış, kendinden başka kimseyi kurtarmayı düşünmeyen sahte kahramanlar memleket kurtarmış, güya partisini lider yapmış, sözde büyük kahraman.
Bu tiplere, büyük İslam alimi, düşünürü İmam Gazali’nin şu sözlerini hatırlatmakta fayda var; ‘İnsan, kendini tanıdıkça susar. Çünkü bilir ki, ne çok eksiği var ve ne çok affa muhtaç!’





