Güç, genellikle dışarıya gösterilen bir kalkandır. Soğukkanlı kalabilmek, krizleri yönetmek, hayatta kalmak için gösterdiğimiz çabalar bizi güçlü gösterir ama görünmeyen yerlerde hep bir açık kapı vardır. Akhilleus’un topuğu gibi... Tüm zırhına rağmen, bir nokta vardır ki, insan yalnızca oradan vurulabilir.
Bazen bir anı, bazen bir isim, bazen çocukluktan kalma bir eksiklik... Yıkılmaz, hiçbir şeyden etkilenmez gibi görünen insanları bazen tek bir sözcük, tek bir cümle paramparça etmeye yeter.
*
Ve diğer insanlar da çoğu zaman, bilinçli ya da bilinçsiz, bu noktayı bulmaya çalışır. Seni çözmeye çalışırken aslında açığını ararlar. Çünkü insanlar, en sağlam yapının nereden çökeceğini merak eder.
Güçlü biriyle karşılaştıklarında hayranlık duymaktansa, onu alt etmeyi isterler. İşte bu zayıf noktayı keşfettiklerinde, ilk çıkar çatışmasında tam da oraya yönelirler. Bu yüzden güçlü olmak yetmez; nereden vurulacağını da bilmek gerekir.
*
Oysa belki de kendimizle yüzleşmek, zayıf noktayı güçlendirmenin en iyi yoludur. Bazen en çok acıtan şey, bir başkasının sözü değil, o sözün bizde bir yere dokunmasıdır.
Çünkü sözler, görüşler, eleştiriler ancak sen onları doğru kabul ettiğin ölçüde canını yakabilir.
*
“Yetersiz, komik görünüyor, iyi değil” gibi düşünceler aslında kendi içimizde kök salmış eski güvensizliklerin yankısıdır. Bize ait oldukları için üzerimize bu kadar ağır gelir ve acıtır. Ama insan kendiyle yüzleştiğinde, yani o eksik sandığı parçayı saklamak yerine anlamaya çalıştığında, kırılganlık yerini akışa bırakır.
Ve belki de çözüm, kendimizi suçlamak yerine; anlayışla, sabırla, şefkatle kabullenmektir.
Not: Yine çokça gazeteci-yazar Pınar Erişen’den, biraz da bizden derken işte yukarıda okuduğunuz yazı çıktı ortaya.