Yüce Mevlam, fakirin önce eşeğini kaybettirir, sonra sevindirirmiş.

Hatırlayın, bir zamanlar İstanbul Adalar’da kaybolan atlar vardı. Her gün haberleri çıkardı. Kimisi kesilip sucuk olmuştur, kimi bakımsızlıktan ölmüştür, kimileri de bulunduysa, artık yaşama şansları olmadığından ölüme terek edilmişti.

Ama akıbetleri hâlâ meçhul.

Atlar haydi neyse de, eşeklere ne oluyor?

Nasrettin Hoca gibi ters binenlerin çok olduğu şahsım memleketinde, seneler önce (ben deyim 50, siz deyin 60) şimdiki Akbank’ın olduğu yer eşek meydanı idi.

Eşek pazarı kurulurdu her hafta. Semt pazarı gibi, mal pazarı gibi.

Ama o zamanın eşekleri de eşekliklerini bilirlerdi.

*

Az mı gittik bağlara! Kuyucak’tan kalkan, kamyona tıka basa giderken üzerimize bir batman çöken tozun altında…

Yetişemezsek, yer bulamazsak eşeklere binerdik. O zamanın eşekleri de akıllı mıydı neydi, yolu bilirlerdi.

Ama inatları da vardı aralarında. Ucu sivri değnekleri kıçlarına vura vura, batıra batıra bağımıza vardığımızda, o masum hayvanın kıçının kanlar içinde olduğuna çok şahit olmuşumdur.

Şimdiki eşekler olsa dayanmaz, seni üzerinden atar!

Ve günümüzde, iki ayaklı eşekler çoğalınca, Bakırcı Çarşısı içindeki semerciler de hâlâ semer yapıyorlarsa, o dört ayaklı eşekleri arıyor insan!

*

Zaten iki ayaklı eşekler çoğalınca, 4 ayaklı o güzel gözlü hayvanlara hem güç yetmez oldu, hem de ortalıkta görünmez oldular.

‘Rakiplerimiz, emsallerimiz çoğaldı, bize gerek kalmadı!’ diye düşünmüş olabilirler!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol