Çok mu ağır geldi, çok mu incitti bazılarınızı, çok mu battı bir yerinize de hoplayı-zıplayıverdiniz yerinizden.
Depremi yaşadık, zıvanadan çıktık! Ne hak bildik, nu hukuk tanıdık. Adaletli davranmayı defterden ve kalbimizden sildik! Allah korkusunu, kul hakkını unuttuk!
Depremde, hükümet bir bedel ödedi. Devlet bunun için var. Ama Allah razı olsun, millete bedel ödetmedi. Niye derseniz, izahı mümkün! Her ne kadar bedel ödediğimizi sansak da, yaralarımızı saran, kısa süreli serumlarla da olsa hayatta kalmamızı sağlayan, devletin gücünü üzerimizden eksik etmeyen hükümet, bayağı bir bedel ödedi. Biz ahlakımızı, edebimizi, merhamet duygularımızı, acıma hissimizi, kör karanlıklara demir atmış vicdanımızı yitirmekle bedel ödedik.
Ama devlet babalık, analık yaptı bize!
*
Gelinen noktada. Depremin üzerinden 2 yılı aşkın zaman geçti, neredeyse 2,5 yıl doldu dolacak. Yepyeni bir yüzle karşılaşacağız beli ki yakın tarihte. Belki de bu sene sonunda…
Acılarımızı içimize gömerek elbette…
Şehir toparlanıyor, yeni bulvarlarımız, yeni caddelerimiz, yeni sokaklarımız, yeni park ve meydanlarımıza çok az bir zaman kaldı. Hatıralar mazide kalmış olsa da, yapacak bir şey yok. Alın yazısı, kader demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
*
Biz, yani Maraş kimliği, ruhu olan bir şehir. Kadim bir kent.
Devlet anadır, devlet babadır. Devlet vatandaşını düşünür. Büyük devletler vatandaşını kanatları altına alır, onların hamisi olur, yaşamını kolaylaştırma adına kol kanat gerer. Kimliği olan, ruhu olan bu şehir, yavaş yavaş kendini toparlarken, özellikle yerel yöneticiler, özellikle düzgün vatandaşlar, özellikle üreten-istihdam sağlayan sanayi ve iş dünyasına yönelik linçler de yaşanmıyor değilken, kimliksiz ve ruhsuz yaratıklar insanlara bedel ödetmeye çalışıyorlar.
Haraç ister gibi, tehdit ve şantaja meyleder gibi, ‘yayınlarım ha, yazarım ha!’ der gibi, asparagas, yalan, çirkin iddia ve iftira içeren paylaşımlarla sana bana bedel ödetmeye çalışan meczuplar, lağım çukurundan beter sosyal medya şarlatanları büyük marka ve firmaları da hedef tahtasına koymakta sakınca görmüyorlar. Oysa bu marka ve firmalar Türkiye’ye, dünyaya mal olmuşlar.
Dertleri para… Verirsen susarlar! Silerler, üstünü kapatırlar!
*
Depremde bedel ödemeyen kalmadı. Lakin depremi bile fırsata çeviren hırsızlar, yağmacılar, üzerlerine geçirdikleri Afad gömlekleri ile gelen yardımları iç ettiler, çaldılar, resmen hırsızlık ettiler, sonra da dürüst iş adamlarına, marka ve firmalara sadırdılar.
Yaralamak istercesine, sağlık kurumlarına saldırdılar.
İtibar suikastına giderek pastanelere saldırdılar.
Bir şeyler koparırım ümidiyle, telaşı ile siyasi partilere saldırdılar.
Zengin esnafa saldırdılar. Dürüst, aile kavramının idrakinde olan vatandaşa saldırdılar. Kendilerini hakim, savcı yerine koydular, linçe yeltendiler, özel hayatları tarumar ettiler, adını da ‘araştırmacı gazeteci’ koyup, insanları yaraladılar, kurumlara itibar suikastı yaptılar, farkında değiller ama depremde bedel ödeyen, acılarını yüreklerine gömüp, çalışanlarının acısını dahi akıllarından çıkartmayanları hedefe koydular.
Ekmek yediği, karınlarını doyurdukları çanağa pisleyen iğrenç yaratıklar bunlar!
*
Bakmak görmek değildir. Bir pencereden herkes bakar, ama farklı şeyleri görür. Mesleğine, meşrebine ve inancına göre değişir bu manzara. Lakin bu şehrin gerçeklerine gözlerini kapatacak, bant çekecek, mil çekecek kadar kör olanlar, kusura bakmasınlar isimlerinin başına nankörü de ekleseler daha şık düşecek!
Daha da ileri gideyim, oturup Murat Başaran’ın ‘nankör’ şarkısını dinlesinler!





