Ben çocukken Goz ve Gabarcık üzümü müptelasıydım. şu an aklınızda ceviz, üzüm canlandıysa anlıyorum ki Kahramanmaraş ağzına hakim değilsiniz. Biz Maraş ağzıyla Cevize Goz, Ağtopak üzümüne Gabarcık deriz, İzmirliler poğaçaya boyoz, çekirdeğe çiğdem derken; Adanalılar Gabarcığa Ağtopak, Portakala Hortakal, bazlamaya çevire, biz cevize goz deyince, ‘o ne ya ilk defa duydum!’ diyenlerden geçilmiyor özellikle Kahramanmaraş dışına çıktığımızda…
*
Neyse efendim konuyu dağıtmayalım. Her çocuk yazı sever elbet ama ben ayrı severim çünkü yazın gozların firik olması demek, gabarcıkların benlelmesi onları bıçakla oyup oyup arka akaya yemek demekti.
Goz ve gabarcığın zamanı gelmesi ne kadar mutlu ederse, gitmesi de o kadar üzerdi beni... Sonbaharın hüznü herkes için yaprakların sararmasıdır bana göre ise gozun attar tezgahından, Gabarcığın pazar tezgahından usluca çekilmesidir. Bugün bile goz ve gabarcık mevsiminin bitişini depresif bir ruh haliyle karşılarım.
*
Tekrar o yıllara dönecek olursak, pazarlara gittiğimde benim vazifem duvar kenarında nerde goz ve gabarcık görsem yanında beklemekti. Annem huyumu bildiğinden genelde gozu ve üzümü sona bırakırdı.
Eskaza unutur da alırsa ben cebimde bir taşla geldiğimden, hızları gırıp gırıp yiyerek, bir yandan Karaoğlan kitabı okur, bir yandan da üzüm poşetini yarılardım. Anacağzım böyle durumlarda dönüş yolunda ikinci kez goz ve üzüm almak zorunda kalırdık...
*
Aynı sahneler evde de tekerrür ederdi. ben gün içerisinde canım sıkıldıkça dolabı açar, gabarcık üzümü yerdim. Yemek yapmaya kalkan annem, ‘gene mi goz ve üzüm yiyorsun bire töremiyesice!’ derdi.
İşte, ondandır ki ekim ayı gelince bana bir mahzunluk çöker. çünkü bir dahaki yaza kadar gabarcık üzümüne vedalaşma zamanıdır. nevzat çelik’in şiirinden mülhem, “sonbahar ne zor şey anne, yediğim gozların ve üzümlerin tadı geliyor aklıma’ dizeleriyle girerim her doğduğum güne.
Sağlıcakla kalın!





