banner1597

Haşa, yaratmak Allah’a mahsus da, hükümet kanadında veya bir siyasi parti cenahında, şeklen yapılacak bir değişim, bir mesaj içermeyecek olsa da, tıpkı bürokrat atamalarında olduğu gibi, ya da seçimlerde kazananların yanında olmak gibi bir hastalığa yakalanma tavırları…

Eskiden bakan, milletvekili, belediye başkanı değişikleri yaşandığında, partilerde politika ve strateji değişikliği anlamına gelirdi, bugün bu değişikliklerle ilgili yapılan tek analiz, ailenin hangi üyesine yakın olduğu…

Birisi bir yere başkan mı oldu, koltuğa oturduğu andan itibaren çevresini ahtapot gibi saranlar çoğalır. Oy vermeyenler bile (Son seçimlerde şunu gördüm; adam muhalif parti başkanına oy veriyor, fakat arkadaş cin fikirli, arkadaş samimi değil ya, arkadaşının yalakalık olsun, beklentisi karşılık bulsun diye oy pusulasına bastığı ‘evet’ mührünün fotoğrafını alıp kendisi oy kullanmış, desteklemiş sahtekarlığına soyunanları gördük) ailecek oy vermiş gibi riya içindeyken, ilan, reklam, abone gibi kişisel beklenti içine girmeyen kimseler yokken, gel de gazetecilik yap!

At izi it izine karıştı diyorlar ya, o hesap!

*

Depremden çıkmış, yaralarını sarma noktasında gecesini gündüzüne katmış bürokratı, yerel yöneticileri varken, oy veren vermeyen herkeste bir beklenti. Genellikle kişisel. Zaten vatandaş noktasında kimse Maraş’ın umurunda değil.

Benim oğlan, kız, gelin veya damat işe girsin, yeter!

Depremde yıkılan evim 300 metrekareydi. Ben 100-120 metrekarelik eve sığmam, (nice zenginler depremde hayıtını kaybedince 2 metrekarelik çukura sığdılar) yıkılan evim kadarını isterim!

İş yapacağım, müteahhidim, taşeronum, ruhsatımın hemen verilmesi lazım, bekleyemem. Ben falan partinin üyesiyim, temsilcisiyim. Benim işimi kimse geciktiremez, savsaklayamaz!

Yıkılan evim Trabzon Bulvarındaydı. Önsen’e gidip oturamam, Akyar’da kalamam!

Cehennemin dibi, ya bir git işine be!

*

Hepsi bir tarafa, şunu bilir, bunu söylerim, hiç kimse, kendinden başkasının bir adım ileri gitmesini, büyümesini, gelişmesini, öne çıkmasını istemiyor. Kimse yanında bir ikinci adam taşımak istemiyor. Kendini hep birinci adam pozisyonuna alanlar, kendi meşreplerine göre seçtikleri gazetecilerle yol yürüyüp, gerçek partilileri, gerçek gazetecileri dışarıda tutuyor.

Oturduğunun ilk gününden itibaren önümüzdeki 2, 3 veya 4 yıl sonrasının hesabını yapıyor, ona göre hesap kitap içinde, ona göre bir güzergâh, bir strateji belirliyor. Be evladım, neyin peşindesin, neyin hesabındasın!

O nedenle, her partinin, her belediye başkanının bir gazetecisi, her gazetecinin de kendi kafasına göre belirlediği, çıkarlarına ters düşmeyen belediye başkan veya yardımcıları var.

Hani halk arasında konuşulan kiralık veya satılık takımı var ya, onlar işte.

*

Birini bir yerlere getiriyorsun, daha oturduğu koltuk ısınmadan havalara giriyor. Koltuğunu sıçrama tahtası olarak görüyor, ona göre tavırlar alıp, ona göre bir strateji beliriyor, hani çırak olmadan usta olmaya yeltenenler gibi, hani fare olmadan sıçan tutmaya çalışanlar gibi, kendini dev aynasında görüyor, sonra da hep kendine çalışarak, başkana, patrona ya çemkiriyor, ya kafa tutuyor, ya da sağda solda aleyline kelam ediyor.

Oysa makamda iken, koltuğunu işgal ederken kendisi sultan doğrusu, kendisi sütten çıkmış ak kaşık, kendisi çamaşır suyundan çıkmış, kendisi allam-ı cihan, kendisi şehrin abisi, hamisi, banisi yerine koyup kendisi partinin birinci adamı ilan ediyor!

Çapına baksan, karekökünü hesaplasan, özgül ağırlığını tartıya koysan gavur parasıyla beş kuruş etmez! Ama arkadaş başkan olmuş bir yere hasbelkader, ama koltuk edinmiş layık olmadan, ama ‘bu dağları ben yarattım!’ tavırları.

Get lan işine!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol