banner1483

Ee’si e işte.

Arkası kesilmezdi ‘senin takımın’, ‘benim partim’le sürer giderken, herkes ayrıştı, herkes birbirinin adamı olmaya başladı, herkes kendi tarafını, kendi safını belirledi. Kimisi açık vermezken, kimileri açık oynadı kartlarını, saklamadı.

Kolektif oyun oynayan kalmadı. Herkes pası ben alayım, golü ben atayım, korneri de kullandığımda belki direkt kaleye gider gol olur, varsın olsun ofsayttan bile gol atsam namım yürür hesabında millet.

‘Biz’lik kavramı yerini ben’liğe bıraktı bırakalı, herkes ayrıştı, herkes birbirinin adamı olma tarafını benimsedi. İşine, çıkarına öyle geldi demek.

Saflar bile safını belirler, çıkarına göre sık sık saf değiştirirken, kimse kimseye aslında göbekten bağlı değil.

*

Eski Başbakan, Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel çok kullanırdı bunu, ‘Benim çiftçim, benim emeklim, benim köylüm, benim işçim…’ lafını. Sloganı gibiydi. Zaman değişti, aradan yıllar geçti, zihniyet, av-avcı ilişkisi değişmedi. Avın olduğu yerde avcı, avcının olduğu yerde de av mutlaka vardı.

En ucuzu, en kolayı, en basiti, en masrafsızı oy avcılığı idi. Merhum Demirel de bunu iyi kullanırdı.

Neyse… Dedim ya, devir değişti, sloganlar, söylemler kimlik kazandı, saflar daha da derinleşti.

*

Herkesin gazetecisi başka. İki mahalle arasına sıkıştırılmış gazeteciler de var! Öyle ki, kendi mahallesinden diğer mahalleye saldırmayı görev ve emir telakki edenler var. Böylece ‘özgür’ ve kendisinin ‘haklı’ olduğunu zannediyor.

Dedim ya, iki mahalle arasına sıkışmıştır. Yani vicdan ile cüzdan misali…

Sen daha iyi yazarsın, sen daha iyi tetiklersin milleti, sen daha başka översin kendi adamını. ‘Benim gazetecim sağlam adam! Yanlış yapsam bile aleyhime iki satar yazmaz, yazamaz! Tutarsızlığı içinde olanlar, sözüm ona gazeteciye sahip çıkmak yerine, onu kiraladığını, satın aldığını düşünür. O’nu paralı askeri olarak görür, çevresine öyle lanse eder! 250, 500 liraya satın aldığını zannettiği gazeteciye ‘benim gazetecim’ diyebilen ucuz siyasetçilerin şahsım şehrinde fink attığını bilmeyen mi var?

Herkesin milletvekili farklı. ‘Benim vekilim adamın önde gideni, gariban dostu, basın dostu, arkadaşını yolda bırakmaz! Benim vekilim telefonlara çıkar, herkesi dinler, söz verdi mi yerine getirir, benim vekilimin toplumda bir karşılığı var!’ ayaklarıyla herkes birilerinin kulpundan tuttu, tuvalete gitse sponsoru oldu, ‘benim vekilim’ dediği kişiye olan sözüm ona vefa ve aidiyet duygusunu nasıl olur da çıkara tahvil ederim hesabı-kitabı peşinde olanların sayısı artınca, siyasetin de kalitesi yerlerde sürünmeye başladı.

*

Herkesin başkanı var artık! Hani o kendisine oy veren vermeyen herkesin başkanı idi, geçeceksin onu!

Başkan dediysem, ölü doğanları da var, sezaryenle dünyaya gelenleri de, iyilik meleği ebelerinin ellerinde insanlığa merhaba diyen başkanlar da var az sayışa da olsa.

Zaten ölü doğanlarda ne eğitim var, ne seviye, ne yerel yönetim ahlakı-yeteneği, ne siyaset namusu… Yerlerde sürünüyor! Zaten sürünüyorlardı, başkanlık rozetini yakasına taktıktan sonra büsbütün rezillik kervanının eşeği olup çıktılar.

*

‘Benim gazetecim, benim sayın vekilim, benim bakanım, benim…’ vurgusu üzerinden ‘takım taraftarına’ dönüşen siyaset, sürü psikolojisinde karşılığını çoktan buldu bile.

Hayır demesin kimse!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol