Siz de Allah’tan istiyorsunuz yani. İçinizden ‘keşke…’ diyen çıksa da, ‘Yok canım, daha neler, rahat dur, seni kaybetmek istemiyoruz. Günlük yazı yazan bir sen varsın, bizi yazılarından mahrum etme, bırakma!’ şeklinde düşünenlerin de çok olduğunu bildiğim için, suya ve sabuna dokunsam da, ne yazacağımı, haddimi bilirim evvel Allah!
Herkes müsterih olsun!
Biz terörün her türlüsüne lanet etmiş, her türlü cemaatleri kapının önüne koymuş, sadece devletimizi, milletimizi, bayrağımızı ve kutsal topraklarımızı düşünmüşüz, memleketimiz için elimizi taşın altına koymuş, bu şehir için katma değer yaratanları başımıza taç etmişiz.
*
Altyapısı olmayan, suyu akmayan, ulaşımı bulunmayan, ısınma sorunu ile karşı karşıya kalan, iletişim sorununu dibine kadar yaşayan, şikayet üstüne şikayet yağan TOKİ konutlarını yazmayacağım.
Bertiz yöresinde GSM hatları yok. Olan da yeterli gelmiyor. İnsanlar mecburen bir GSM hattına mahkûm ve mecbur bırakılıyor. Sanki onlarla ortaksınız! Telefonlar çekmiyor. Güreşlerde yaşadık bunları. İnsanların hastası var, cenazesi var, düğünü var. Ne Bertiz’den merkeze, ne merkezden bu yöreye iletişim sağlanamazken, onu bile görmezden geliyor, yazmıyorum.
*
Bir zamanlar belde olan Şahinkayası Mahallesinde, heyelan bölgesine, zemini sağlam olmayan alana köy evleri adı altında canlı cenaze aracı yapılmasını da yazmayacağım. 10 köy evi toprağa karıştı. Bereket versin can kaybı yok, onunla teselli buluyoruz. Milli servet ölüyormuş, insanlar kar-kış yaklaşırken başını sokacak ev arıyormuş, yazmıyorum.
*
Ulu cami tuvaleti denen iğrençlik ve pislik yuvasını saymıyorum, Uzunoluk ile Bahçelievler Camia arasında bir umumi tuvalet yok. Engelli vatandaşlar, yaşlılar, hamile ve çocuklu kadınlar ihtiyaçlarını nerelerde giderecekler.
Bakın ondan da vazgeçtim, yazmıyorum.
*
Şehrin merkezi yeniden inşa edilirken, başını sağa çevir bina, sola çevir inşaat, yukarıya bak çalışanlar, kepçeler, kuleler, her taraf beton, priket, demir. Betona gömülmüş bir haldeyiz. Depremi fırsata çevirip yolları bile genişletemediniz, onu bile yazmıyorum bakın!
Yahu insan Allah’tan korkar bir de meydan düşünün Trabzon Caddesi bölgesine. Bayram geliyor, seyran geliyor, tutup caddenin ortasında kutlama yapıyorsunuz.
Milli bayramlarda bayramı ağız tadıyla kutlayacak bir meydanımız olmayacak mı? Bakın bunu da yazmıyor, es geçiyorum.
*
Devam edeyim mi, peki, ediyorum. Derepazarı yerine büyük bir yeşil alan, büyük bir park yapılacağı söylendi, yazıldı, konuşuldu. Projelendi dediniz, sevindik. Ama bakıyoruz, orası da betona mahkum. Nefes alacak yer yok şehir merkezinde. Allah’tan bir Şelale Park var da, gidip bir çay içebilecek, bir eşin-dostunla muhabbet edecek alanın var.
Zaten her yan toz toprak, insanlar nefes alamıyor, maske yeniden dönüş yaptı hayatımıza. Bir yeşil alan koyun şehrin merkezine. Şehir de nefes alsın, bizler de. Hadi gene iyisiniz, bakın bunu bile yazmıyorum.
Bu ayın 11’inde, Türkiye genelinde olduğu üzere saat 11.11’de muhtelif yerlerde belediyeler ve Orman Bölge Müdürlüğü koordinasyonu neticesi, fidan dikimi gerçekleşti, yanan alanlarda körpe fidanlar toprakla buluştu. Maşallah gitmeyen, katılmayan yoktu.
*
Önce yaktık, sonra gidip fidan diktik! Hem de yüksek katılımlı törenle!
Kimse de sormadı, ‘Geldik, fidan diktik, bazlama-gözleme yedik de, bu ormanlar neden yandı?’
Aynı bölgeye 2 ve 3 kez gidildi, fidanlar dikildi. Protokol, basın, kurum çalışanları, öğrenciler herkes gitti. Araçların sayısı fidan dikimine gidenlerden fazlaydı. O araçlar (resmi veya özel) su yakmadığına göre, devletin, yani kurumların kaynaklarını, milli serveti heba etmek bu kadar kolay mıydı? Kurumlar irtibatlı olsalardı da, tek gidişte fidanlar toprakla buluşsa olmaz mıydı. Zaman en büyük servet iken, topyekün zamanı katletmeyi kim marifet saydı, kim akıl etti?
Bakın, bunu bile yazmıyorum.
*
Daha yazacağım, pardon yazamadığım çok şey var da, yerim dar. İdare edin artık! Yazamadım bu kadar, yazabilseydim Allah muhafaza, kimbilir neler çıkardı ortaya, neler ve bilmem neler…