2025-07-28 09:16:01

Kaz’lara şartlı tahliye!

Editör

28 Temmuz 2025, 09:16

Çanakkale civarında Kaz Dağları vardır. Bazılarına peşkeş çekilmek istenen, altın madeni aranan, bölgenin enerji ve oksijen deposu, sigortası, güvenli limanı.

Bazılarının kaz gibi yolunduğundan, yolmak istediğinden ne anlarsınız bilemem de, kaz kafalı adamların çok olduğu bir cennet ülke bizimkisi. Yaz günü eti yenmez kazın, sası sası kokar. Ama kış günü lezzetine doyum olmaz.

Kazın ayağı öyle değil de denilir. Yanlış bir hadiseye, aksi bir söze, kafadan sakat insana verilen tepki.

Peki, bizler yolunacak kaz mıyız?

*

İnsanoğlunun bencilliği ilk olarak kendini koruma içgüdüsüyle başlar. Ancak zamanla bu bencillik artar. Kişi kendi konforunu, çıkarını, hatta anlık keyfini çoğu şeyin üstünde tutmaya başlar. İnsan, genellikle kendi duygularını ve yaşadığı zorlukları fazlaca önemser ama başkasının acısını ya küçümser ya da görmezden gelir.

Yardım etmekten çok, başkasının ne kadar yardıma muhtaç olduğunu konuşmayı sever. Çünkü bu, “Ben o durumda değilim. Ben daha güçlüyüm, daha akıllıyım, daha şanslıyım.” demenin dolaylı bir yoludur. Yardıma muhtaç kişinin eksiklerini sergilerken kendi mükemmelliğini ima etmek, insan egosunun en sevdiği oyunlardan biridir.

Bazen tereddüde düşmüyor değilim. Kazlar bu kadar salak mı, beyinsiz mi, ördeklere karşı özel heyecan ve zevk duyan bir aptal sürüsü mü, bilemedim gitti.

Yumurtasından yediniz mi? Lezzetli Allah için! 

*

Bu kadar magazin yeter!

Başlık da, yazının büyük bir bölümü de yazar Pınar Erişen’e aitken, yani aslında bir yandan kendi gururunu okşar, bir yandan da iyi insan rolüne girerek vicdanını rahatlatır. Bir başkasının yoksulluğunu, çaresizliğini, düşkünlüğünü konuşmak; görünürde bir duyarlılık göstergesi gibi dursa da çoğu zaman bunu yapan kişilerin gerçekte yardım etmeye niyeti yoktur.

Çünkü yardım etmek, sorumluluk ve eylem gerektirir. Bunun için zaman, emek, bazen de fedakârlık yapmak gerekir. Oysa sadece konuşmak, bir tür vicdan kozmetiğidir; duyarlı insan görüntüsü verir.

*

Bu ahlaki gösterişin en tehlikeli yanı, suçu görünmez kılmasıdır. “Ben üzülüyorum”, “Ben çok duyarlıyım”, “Ben yardımseverim” diyen kişi, bu cümlelerle kendini temize çıkarır. Çünkü sorumluluk almak yerine, onu sözcüklerle üzerimizden atmak daha kolaydır. Böylece hem iyi görünür hem de sistemin devamına katkı sunar.

Örneğin evcil hayvanı sever ama mezbaha sistemini sorgulamaz. Ormanda yürür ama o doğayı talan eden müteahhitten ev alır. Geri dönüşüm yapar ama teknesinin pisliğini denize boşaltır. Tasarruf önemlidir der, ardından ihtiyaç dışı alışveriş yapar. Bugün ülkemde doğaya ve hayvanlara yapılan zulmün ardında yalnızca cehalet ya da çıkar değil, aynı zamanda son derece sinsi bir ahlaki gösteriş de yatıyor. İnsanların büyük bir kısmı, sosyal medya paylaşımlarıyla iyi görünmeyi ve bu görünümlü

sosyal statü kazanmayı önemsiyor. Sahipsiz bir hayvanın fotoğrafını paylaşırken ne kadar üzgün olduklarını yazıyorlar ama o hayvanın yattığı kaldırıma bir tas su bırakmayı düşünmüyorlar. Sokağa atılan bir can için üzüntüsünü anlata anlata bitiremiyor ama gidip barınaklardan bir tanesini de ben kurtarayım demiyor.

*

Bir zamanlar “yaratılanı severiz yaratandan ötürü” diyerek övünen bir toplumun, bugün canlıları sadece mülk, eşya ya da rahatsızlık kaynağı olarak görmesi, ne yazık ki utanç verici bir durumdur.

Artık bazı insanlar, bir sokak köpeğinin gölgede uyumasına bile tahammül edemiyor. Sokakta yaşayan hayvanlar tehdit olarak görülüp toplatılıyor, sürgün ediliyor, zehirleniyor. Belediyeler sessizce itlaf politikalarını uygularken, vicdan sahibi insanlar hayvanları korumaya çalıştıkları için yargılanıyor.

Barınaklar ölüm kampına dönüşmüş durumda. Ne veteriner var, ne ilaç, ne de merhamet. Hayvanlara eziyet edenlerin çoğu cezasız kalıyor. Türkiye’de insanlar artık bir hayvanın tekmelenmesine, işkence edilmesine ya da öldürülmesine şaşırmıyor.

Gırgırı, magazini bırakalım da başlıktaki meseleye gelelim! Gerçi gazetelerde okudunuz, televizyonlarda izlediniz de, bir de benden dinleyin derim.

Balıkesir’in Erdek ilçesinde, Mehmet Keşniş’in bahçesinde yetiştirdiği ve her sabah sahile inip denize giren 30 kaz, çevredeki bir kişinin CİMER’e yaptığı şikâyet üzerine yaklaşık bir ay boyunca kümese kapatıldı. Kümesin sıkışık ortamında kalan kazlardan sekizinin, sıcaklık ve strese bağlı olarak öldüğü bildirildi. Olay sosyal medyada geniş yankı bulunca İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü, kalan kazlar için şartlı tahliye kararı verdi.

Gülmeyin! Ciddi olun biraz!

*

Katillerin, hırsızların, ahlaksızların ceza bile almadan sokaklarda serbestçe dolaştığı bir ülkede, artık kazlar denize girmemek ve sokağa çıkmamak koşuluyla kümesten çıkabilecek. Kendi bahçelerinde gezebilecek, serinlemeleri için su kaplarına erişebilecek şekilde serbest bırakıldılar. Ne büyük lütuf!

İnsanoğlu gerçekten tuhaf. Önce doğanın dibine kadar girip orayı talan ediyor, sonra da utanmadan yuvalarını gasp ettiği hayvanlar yaşamaya çalışıyor diye rahatsız oluyor. Kapısının önüne bırakılan bir kap suyu “pislik” diye aşağılıyor, sonra dönüp sokağa tükürüyor. Yeryüzünü en çok kirleten, nehirleri zehirleyen, ormanları yakan, çöpleri denize atan, toprağı betonla boğan kendisi değilmiş gibi, diğer canlılardan rahatsız olmayı kendine hak görüyor.

Oysa doğa, bir gün bu yapılanların hesabını soracak.

Ve o gün geldiğinde, insan hak sandığı her şeyin aslında büyük bir haksızlık olduğunu anlayacak.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.