banner1597

Bu sorunun cevabını bu şehirde yaşayan binlerce insan iki küçük, kısa kelimede verebilir. ‘Çok şey!’

Sor da bak neler yaptığımızı.  Peki, bu balık nereden icap etti, toplum olarak bizi yaratan yüce Rabbimize ne yaptık, onu bu kadar kızdırdık!

Neler yapmadık ki.

Başlayalım mı?

*

Önce ve ilkin; bir günde 5 kez çağırdı, gitmedik!

Dinden çıktık, Allah’ın kelamını, yüce kitabını unuttuk, peygamberimizin hadislerini duymazdan geldik. Namazı-niyazı kestik hayatımızdan. Komşu hakkını-kültürünü unuttuk. Esnafımız bire aldığını ona satarken, vicdanına danışmadı. Aile kavramını, aile bütünlüğünü, komşuluk hukukunu tanımaz olduk, selamı sabahı kestik, bir günaydını, bir hayırlı sabahı, selamı esirgedik.

Öteden beri söylenir, yazılır durulur, birbirimizin kuyusunu kazmada üzerimize yok! Kim bir adım ileri gitti, kim iki kuruş kazandı bu şehirde, kim hak etti veya etmedi bir koltuk sahibi oldu, ipini çekiverdik!

Hep uzayan dal bizden olsun istedik. Bizim gibi düşünmeyeni, bizim gibi giyinmeyeni, bizim gibi okumayanı, bizim gibi takım veya parti tutmayanı linçe kalkıştık.

Konutları inşa ederken hep malzemeden çaldık. Temel atılırken 18’lik d emir yerine 8’lik demirle yetinirken, çimentoda cimri davrandık. Zaten temeli de arsanın 3-5 metre derinine değil, yüzüne atmıştık.

Güya yapı denetim firmaları vardı, inşaatı bile görmeden, demirden-çimentodan anlamayan adamların kurdukları sözüm ona denetim firmaları, sadece imzayı attı, parasını cebine koydu. Yani, insanlara cennetten köşe vaad etmek yerine, toplu mezar inşa edilmesinde başrol oynadılar.

İşyerimiz vardı, iki masa daha ilave, iki müşteri daha diyerek kolonları-kirişleri kestik, depreme ve ölümlere davetiye çıkarttık!

*

Devam edelim mi?

Bizde ortaklıklar uzun soluklu, ömürlü olmaz. Biz kardeş kardeşe, ortak ortağa geçinemedik. O bakımdan marka ve firmalarımız el ve adres değiştirirken kardeşimizi kötüledik, ortağımızı yerin dibine soktuk!

Bizde kurumsal kimliğe önem veren çıkmaz. Büyük marka ve firmalar nedense bir basın danışmanı edinmeyi-tutmayı zül sayarlar. Marka olmuş hizmet sektörleri, şayet birkaç kardeş ise kasanın başından ayrılmazlar. Sorsan ‘hırsıza anahtar mı teslim edelim?’ derler, asıl hırsızlığı kendileri yaparlar. Çünkü kardeşin kardeşe güveni yok!

Topluma kendimizden bir şey katmak yerine, taklide yeltendik, başkalarının etiketini, ürününü taklit edip, üstelik de merdiven altı üretimle kendi elimizle kendi gözümüzü çıkarttık!

Kendi marka ve firmalarımıza, değerlerimize, tarihimize ve kültürümüze sahip çıkma yerine, hazırdakilerini bitirmek, geleneklerimizi yok etmek, insana dair alışkanlıklarımızı sonlandırmak gibi bir cahiliye devri adamına döndük!

*

Devam edelim mi, peki… Ediyoruz…

Sevgili Mehmet Kanbur’un dediği gibi, birilerinin modelini aldık, ama biz Maraşlılar olarak birilerine model olamadık! Aklımızla değil, gözümüzle hareket ettik! Kendi kıçımızdaki pisliği görmedik, başkalarının gözündeki çapağa laf sokuşturduk. 10 doğrusu olan adamı bir yanlışı için eleştirdik, yerden yere vurduk!

Ahlak, edep kalmadı. Çarşı Pazar kasap dükkânı gibi. Millet gece kıyafeti ile çarşıya iner oldu. Kızların ağzında küfür, oğlanların dilinde küfrün dik alası, yaratılmak istenen dindar nesil gitmiş, yerine kindar, saygısız, ölçüsüz, giyinirken çıplak dolaşan topum haline geldik.

Babaya-anaya-ataya saygı yok, öğretmene, ustaya saygı sizlere ömür. Büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmak, sigara-içki içmek, anadan-babadan önce ahıra girmek, sofraya oturmak gelenek ve toplum ahlakı olmaktan çıkınca, toplum da zıvanadan çıktı haliyle.

Kul hakkı desen şehri terk edeli yıllar oldu. Hele depremden sonra gören-duyan olmadı. Ne Allah korkusu, ne kul hakkı, sizlere ömür iken, vatandaşta vicdan, merhamet arama! Fay hattı sanki yerin altından değil de, beynimizin ortasından geçti.

*

Takım tutar gibi din tuttuk, parti tuttuk. Bize benzemeyeni sevmedik, istemedik, kapının önüne koyduk. Olacaksa bizden olsun istedik. Kendimizde olmayınca, ortak akıl ve irade ortaya koyamayınca, her şeyi Allah’a havale ettik. İşin kolayına kaçtık yani.

Seçtiklerimize, atanmışlara saygı duymadık. Oy verdiğimiz adamı ertesi günü ipe çektik, darağacında sallandırdık!

Devlete olan saygımızı sevgimizi yitirdik. Oysa güçlü devletler, itibarı olan ülkeler kalkınmaya, güçlenmeye namzet iken, üç beş çapulcunun devlete isyan etmesine, bayrak ve parmak sallamasına göz yumduk! Beka’yı, vefa’yı unuttuk!

Travmalar yaşadık, canlarımızı, birikimlerimizi, hatıralarımızı kaybettik depremde. Ahır veya kümes kadar yerlerin kirası için 4+1 daire kadar fiyat istedik. Ne acıma duygumuz kaldı, ne merhamet. Bizde doktorlar kalp, böbrek nakli yapıyorlar da, bir de vicdan naklini deneseler umarım tedaviye zamanları olmayacak!

Daha aklınıza neler geliyorsa, gerisini siz tamamlayın!

*

Peki, bu başlıktaki bir yazıya neden gerek duyduğuma gelince… Şehir efsanesi midir bilmem, 6 Şubat depremini müteakip kurtarma ekibinde yer alan bir Alman vatandaşı sorar; ‘Allah’ı bu kadar kızdıracak ne yaptınız da bu felaket yaşandı?’

Güzel kardeşim, Türkçe biliyorsan, yazılarımı da okuyorsan, mizaha değil, izaha çalıştım.

Anladın mı Allah’ın bize ne kadar kızdığını?

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol