Öne Çıkanlar dizi DUALARIMIZ ŞEREF EROĞLU İÇİN HALİL İBRAHİM SOFRASINA BUYURUN! KAHRAMANMARAŞ BBS 0-1 OFSPOR BATIPARK ER MEYDANI

Bu haber kez okundu.

HAVAALANI RUHSATSIZ!
 Mevcut havaalanının yetersizliği, yer seçim yanlışı, gece uçuşlarına müsait olmadığı, büyük uçakların inmesi için altyapının eksikliği sürekli konuşulunca, bu kez gündeme Narlı'ya yapılması düşünülen sözde bölgesel havaalanı gündeme geldi.

Yetmedi, Kahramanmaraş ve Gaziantep bürokratları, siyasetçileri, işadamları ve basın mensuplarının bir arada olduğu yerde, (Mado) bölgesel havaalanı için en uygun yerin Karabıyıklı mevkii olduğu fikrinde birleşildi ve Karabıyıklı'ya gidilerek sözde müsait alan gezildi. O da fos çıktı, unutuldu gitti. Çalıştaylar yapıldı, bakan (dönemin Ulaştırma Bakanı) geldi, gitti, 'bölgesel havaalanı diye bir şey yok, unutun, mevcutla idare edin!' denildi.

Ancak sürecin, tartışmanın merkezinde, hep odağında, çözümsüzlükten yana olduğu ileri sürülen, üstelik de bürokrasi ile mahkemelik olan akaryakıt istasyonunun sahibi Sefa Sezal, eleştiri oklarını üzerinde hissetti sürekli. Dertliydi, bir dokunduk bin ah işittik!  

Kimdi Sefa Sezal? Memleketin öz evladı, bu kentin yerlisi, hatırı sayılır eşraftan. Çözümün bir parçası olması gerekirken, hava ulaşımının sağlıklı ve güvenli olabilmesi için, havaalanı kavşağındaki akaryakıt istasyonu sahibi, bir anlamda bazılarına göre hedef haline getirilmek istenen işadamı Sefa Sezal konuğumuz oldu. Herkes herşeyi söyledi, herşeyi yazdı, ulu orta, sağda solda bilir bilmez herkes bir senaryo yazdı kafasından. Kimse ona sormadı diyeceğiz, ancak bir gazeteci, söylemediği bir cümleyi gerçekle alakası olmadığı halde çarpıtarak manşete taşıyınca, küplere bindi. Çünkü böyle bir cümleyi kullanmamıştı, kullanamazdı da. Amacını ve haddini aşan başlıkla kamuoyu yanlış bilgilendirilmişti. Söz savunmanın dedik, olayın altını astarını anlatmasını istedik.

Önce bir belge... Dönemin Valisi M. Niyazi Tanılır, TSO'daki bir toplantıda, "Halkım için elimi taşın altına koyarım" cümlesini kullanır ve devam eder; "Havaalanımız kamuoyunun dolduruşuna gelinerek, ziraat amaçlı yapılan bir havaalanıdır." (27 Ağustos 2009-Yorum Gazetesi)

Bahse konu akaryakıt istasyonu yıllardır yerinde. Oysa havaalanı daha 20 senelik. 1996'da dönemin valisi Aslan Yıldırım'ın bireysel direktifleri ve inisiyatifi ile yapılmış. O günden bu güne tartışma, problem uzadıkça uzamış, neticede yargıya intikal etmiş hadise. Kim haklı kim haksız, yanlış kimde ve nerede? Sözü sahibine bırakıyoruz:

"Yerimizin ruhsatı var. Her şeyimiz yasal ve biz hukuka inanıyoruz. Takdir hukukun. Havaalanı 20 yıl önce kurulduğunda, şartları, çevreyi ve yolu kabullenmiş. Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğünün bir genelgesi var. Bu, Devlet Hava Meydanları İşletmesi değil. Nedir görevleri; havaalanı projeleri yapmak, tahsislemek ve uygulamak. 1996'da bu havaalanı yapılırken, bu kuruma müracaat edilmedi, izin alınmadı. Yanlışlar üzerine kuruldu. O nedenle de 'Standardizasyon belgesi' yok. Yani havaalanı ruhsatsız. Allah muhafaza bir ölümcül kaza olsa, can ve mal kaybı yaşansa, sorumlu kim olur, ben bilemem, o da hukukun bileceği iş artık. Bizi sorumlu tutacak değiller herhalde.

Belge… Bir havaalanının işletilebilmesi için öncelikle Genel Müdürlük tarafından sertifikalandırılmış olması gerekmektedir. Kahramanmaraş’ın havaalanı sertifikası yok!  

BİZ VARKEN HAVAALANI YOKTU Kİ

“Genelge var; parlayıcı, patlayıcı madde bulunduran tesis ve tehlike ile havaalanı arasında 6 km. mesafe bulunması gerekirken, bizim havaalanı ile aramızdaki mesafe 488 metre. Madem bizim tesisimiz tehlike arz ediyor, peki hemen önümüzden geçen ve benim bir bedel karşılığı verdiğim karayolundan geçen LPG’li araçlar, tankerler, toplu taşıma ve servis araçlarını neden tehlike saymıyorsunuz?

Biz mevcut yerimizde faaliyette iken (1965 yılı- tam 51 yıldır) havaalanı inşaatı başladı ve bitti… 1996’dan 2005’e kadar binamızın üç katını yıktırdılar, Vali Ali Bilir döneminde, çatımızı da kaldırdılar. Tesisi kuşa çevirdiler anlayacağın. O dönemde şehrimizde biz de dâhil, birçok akaryakıt istasyonunu kapattılar. Öbürlerini ruhsatsız, bizi de havaalanına mani oluyor diye. Biz varken havaalanı yoktu ki… Dönemin valisi Niyazi Tanılır ‘Burası tarımsal amaçlı, hem de dolduruşa gelinerek yapılmış bir havaalanı’ demişti. Takip eden dönemde Vali Şükrü Kocatepe’nin de beyanatları oldu; ‘Bu havaalanı ne kadar ıslah edilse de faydasız, şehrin içinde kalmıştır, büyük uçakların inip kalkması mümkün değildir, Narlı’ya yapılması daha uygundur!’ Bu konuşmalar hep belgeli, bende… Arşivlerde var zaten.”

MAHKEME SONUÇLANDI, FAKAT SONRA…

Tam burada araya giriyor, Sezal’a soruyoruz; “Mahkeme sonuçlandı, herşey bitti denilmişken, ne oldu da yargı süreci yeniden başladı, fitili kim ateşledi?”

İşte Sezal’ın bu soruya cevabı; “Dediğiniz gibi 2011 yılında mahkeme sonuçlanmıştı. Danıştay Üst Kurulu’ndan bu yönde karar çıktı, dava bitmişti.  Tesisimizin imarlı, ruhsatlı bir işyeri olmasıydı bizi haklı çıkartan. Önümüzden geçen karayolu da bize aitti, tapuluydu. Yol yapım çalışması başlayınca, tapulu 8 bin 700 M2’lik alanın yarısını bedelsiz karayoluna terk ettik. (Belge: 25.02.1994 tarih ve 711 yevmiye, 6 cilt no.lu tapu) Bugün terk ettiğimiz yerin değeri, ki 4 dönüm, bugün itibariyle 8 milyon Tl. iken, biz bedelsiz verdik. Karşılığında da bize imar verildi, ‘burası sizin, inşaat yapabilirsiniz’ denildi. Sonradan, havaalanı varken biz 2005 yılında LPG ruhsatı da aldık. Ayrı ayrı 3 yerden ruhsatlı.”

RAMAZANOĞLU; “OLMUYOR, ÇÖZEMİYORUZ!”

O dönemlerde yazıldı, konuşuldu. Siyasiler, bürokratlar devreye girdi ve takas (yer gösterme) gündeme geldi. Fakat uzlaşma olmadı, yargı süreci yeniden başladı. Sebep neydi? Sezal şunu söyledi: “2011’de davayı kazandıktan sonra, aslında Devlet Hava Meydanlarının, 1997 yılında Valiliğe çektiği bir faks var, ‘istasyonu başka yer ile takas edebilirsiniz’ anlamında. Belgesi var, belgesiz de konuşmam. Ancak o zaman kimse buna yanaşmadı. Ancak dönemin AK Parti Gurup Başkanvekili Mahir Ünal, meselinin çözümü için bizi partiye davet etti. Aslında önce TSO’da aramızda bunun tartışması yapılmıştı. Gittik. Yanında Yıldırım Ramazanoğlu, Sıtkı Güvenç, Fatih Erkoç, Necati Okay, çevre ve şehircilik il müdürü, özel idare müdürü ve dönemin defterdarı da var. Mahir Bey, ‘Bizim bir arsamız var, 2.250 m2. Bu meseleyi çözelim!’ dedi. ‘peki’ dedik. Bizim mevcut yerimizin yarısı kadar yer. Devam etti, ‘bunu alın, rıza gösterin, devlet size başka bir şey vermez!’ Biz 5 ortağız. Şunu söyledim, ‘bu konuda tek başıma karar veremem. Ortaklarım, kardeşlerim var, onlarla konuşur, karar veririz!’ Kardeşimle göz göze geldik, ‘tamam’ dedik. Madem memleket meselesi, çözümden yana olduğumuzu söyledik. İmar hakkını verin dedik, razı oldular, el sıkıştık. Herkes şahit. Kimse inkâr edemez. Yıldırım Ramazanoğlu bu işle görevlendirildi. Ancak Defterdar Osman Koçaş, ‘Maliye Bakanlığı bu işe ne der?’ gibisinden bir laf edince, Mahir bey, ‘bu benim konum, hallederim’ cevabını verdi. Sonra ne olduysa, Ramazanoğlu’nu aradığımızda, ‘kusura bakma, olmuyor, çözemiyoruz…’ demeye başladı ve Maliye Bakanlığının rıza göstermediğini ileri sürdü.”

BİZ HUKUKİ ÇÖZÜMDEN YANAYIZ!

Oysa valilik makamında, bu meselenin halledildiği, çözüme kavuştuğu da söylenmiş, yazılmıştı. Sezal, bu uzlaşma zemininde, bu süreçte kendilerinin bir kusuru olmadığını söyledi; “Ben de bu şehrin evladıyım, bu uçaklara biz de biniyoruz. Biz hukuki çözümden yanayız. Dava şu anda Danıştay’da. Yanlış bir keşif yaptılar, yanlış karar verdiler, zaten Danıştay da o yüzden bozdu kararı. Tabiri caiz ise gelen bilirkişiler, konunun uzmanı değillerdi. Sadece akaryakıt istasyonunu baz alarak yapılan kamulaştırma etkin bir kamulaştırma olmaz diye Danıştay’ın kararı var. Haydi, akaryakıt istasyonunu kaldırdınız, karayolundan geçen 30 tonluk LPG tanklarını, içinde 50 kişi taşıyan servis araçlarını ve yakıt tankerlerini nereye koyacaksınız? İstasyonun önünden geçen yolu yer altına almayı bile düşündüler ki, teknik açıdan bu mümkün değildi. Altından akan Erkenez Çayı var, Ayvalı Barajı var. Köprü var… Erkenez Çayının güzergâhını değiştiremezsiniz ki.”

‘İSTERSEM YOLU KAPATIRIM’ DEMEDİM!

Sohbetin burasında merhum Abdürrahim Karakoç’un ‘hakim bey’ şiirini hatırlatıyorum. Benzer yanı çok. Gülümsüyor ve devam ediyor; “Danıştay kararı bozdu, buna tahsisi karar denilir hukuk dilinde. Bu dava daha ne kadar sürecek, ben de bilmiyorum. Yalnız, bir gazeteci geldi, haber için… Bizim söylemediklerimizi yazmış. Bu gazetecilik etiğine sığar mı? Demişim ki, ‘Yolu karayoluna terk ettim, istersem bu yolu kapatırım!’ oysa ben böyle bir şey demedim. Zaten o mevcut yerimin yarısı kadar olan yeri imar karşılığı terk eden benim. Tapusu var. Ben ne dediğimi bilirim. Aradım, ‘tekzip edeceksin, yazdığının gerçekle alakası yok, ayıp etmişsin’ dedim. Birinci sayfada verdiği haberi, üçüncü sayfada, yine de beni ve kamuoyunu ikna edecek şekilde değil, küçücük verdi. Yanlışı yanlışla kurtarmaya çalıştı. Bu gazetecilik ahlakına sığmaz!”

HUKUKÇU OLDUM ÇIKTIM! VE BARDAK İLE SÜRAHİYİ BİR TUTMAK!

Sohbetin sonuna doğru, artık kanunları, genelgeleri, maddeleri o kadar çok ezberlemiş ve aklında tutmuş ki, “Bu arada siz de hukukçu olup çıktınız” dediğimde gülmekten kırıldı. “Tam da onu anlatacaktım…” dedi ve bu meseleye ilişkin hatırasını anlattı; “Güzel bir anı. Devlet hava Meydanları Genel Müdürlüğüne gittik. Mahir Bey aracı oldu, ’oraya gidin, derdinizi anlatın, size bir fiyata teklif edecekler’ dedi ve hukuk bürosuna vardık. Odada 3 avukat, bir de kamulaştırma müdürü vardı. Konuşmaya başladık, meseleyi açtık. Avukatlardan biri; ‘Galiba siz firmanın avukatısınız’ deyiverdi. Olmadığımı söyleyince genç bir avukat ise, ‘sonunda biz bu abiyi avukat ettik’ ’ifadesini kullandı. Gülüştük.  Ancak bize, bu pazarlığın Kahramanmaraş Devlet Hava Meydanları ile yapılacağını söylediler. Çekip Kahramanmaraş’a döndük. Burada bir ekip kuruldu. Kaymakamlığın emriyle bir komisyon yani. Ekip fiyat tespiti çalışmaları yaptı. Biz bir şey istemedik, fikrimizi de sormadılar. Emlakçılar derneği, petrolcüler derneği, TSO’dan meslek komitesi ve maliyeden birer yetkili. Bizim düşündüğümüz rakamın yarısı kadar bir fiyat verdiler. Razı olmadık tabi. Bir de anlaşmazlık tutanağı tutuldu, imzaladık. Komisyon üyeleri birer fiyat tespiti yaptılar, ama hiç birinin de teklif ettiği rakam, bizim yerimizin yarısı kadar bile değildi. Siz 10 liralık yere 5 lira, 7 lira veremezsiniz. Bir bardak ile sürahiyi bir tutamazsınız.  Ben rakam vermedim, onlar bazı kurumlara sordular, bize bir rakam önerdiler. Kabul etmemizi mümkün değildi tabi. Niye 12 liralık mala 7 lira veriyorsunuz. Biz çözümden yana oldukça, hukuka ve hukukun öngöreceği takasa razı oldukça, ama adil olmak kaydıyla takasa da var olduğumuzu söyledik.”

  

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol