Yine değerli hemşehrim, Akit Gazetesi yazarı Abdurahman Dilipak’ın yazısından alıntı ve biraz da bizden ekleme…

İlginizi çekeceğini umduğum için paylaşmak istedim. Hele yerel siyasetin hareketlilik kazandığı, herkesin birbirinin ayağına çelme taktığı, herkesin gizliden gizliye birbirine kurşun sıktığı, herkesin birilerinin yoluna mayın döşediği şu siyasi atmosferde, bu yazı ve altıdaki fıkra iyi gider diye düşündüm.

Gerçek olan şu; siz ayaktayken elinizi öpenler, oturduğunuzda saldırıya geçerler, düşerseniz de vururlar. Onlar kaz gelecek yerden tavuk esirgemedikleri için cömert zannedilirler.

Kaz dedim de aklıma düştü, yılbaşında, bulgur pilavı üstüne yolunmuş bir kaz eti iyi gider. Biliyorsunuz içkinin hayatımda yeri yok. Bizimkisi biraz da latife…

*

Bize hep put diye Lat, Menat, Uzza öğretildi. Tamam da, onun bizim hayatımızdaki karşılığı neymiş? Para, koltuk ve kadın da put olabiliyormuş meğerse. Biz onları değiştirmek isterken, onlar çevremizi kuşatıp, algımızı değiştiriyorlar. Kendileri değişmiyor, bizi dönüştürüyorlar. Başımızda başörtüsü, suratımızda sakal, 5 yıldızlı Hac ve umreler, şekil olarak her şey fazlası ile var! Her büyük vurgun ve büyük günahından sonra umre ziyareti yapan birinden söz etti bir işadamı geçen gün. Çaldıklarının bir kısmını da “Hayır” yapıyormuş. Vay o Hacca, umreye giden, namaz kılan ve hayır yapanın haline. Vay o Hakkı batıla karıştırıp halkı ve Hakk’ı kandırmaya çalışan adamın haline! Evindeki çerçeveletip duvara astığı Kâbe örtüsü ya da manasını öğrenme zahmetine bile katlanmadığı pahalı hat levhası onu kurtaramayacak! Onlar sadece bu dünyanın bir süsüdür. O kadar!

Hani el emin olacaktık, hani yaşayan Kur’an olacaktık!? Hani şehr-ül emin olacaktık.

Güzele değil, kötüye örnek oluyoruz artık. İnsanlar bize bakıp dinden soğuyor. Birileri artık başlarını açsalar, yamyam birtakım insanlar dinden söz etmeseler, aslında daha iyi ederler sanki. Zaten bazıları başlarını açmaya başladı.

Kızılı moru yeşile boyayınca bizim olmuyor. Şarabı üç yudumda, besmele çekerek içerseniz helal olmaz. Hakkı ile elde edilmeyen makam da, servet de saadet sağlamaz.

*

Adamın biri, birine namaz kıl derken, öteki de ona ‘sen de zekat ver!’  diyormuş.

Yoldan geçen dönmüş bakmış; “Namaz oruç sende yok, hac zekat da ötekinde yok. Bir kelime-i şehadet kaldı onun da manasını bilmezsiniz tartışmayın varın gidin işinize” demiş.

İş geldi, amentü’den ibaret bir dine. O da %55’de kalıyor. İnandık diyen de neye inandığının farkında değil. Temel kitabından habersiz, Resulünün hayatından ve sözünden habersiz bir topluluk var. Bilmiyorlar. Bilmediklerini de bilmiyorlar. Çalıkuşu romanı kadar bile hayatlarında kutsal kitabın etkisi yok. Okumamış çünkü. Kendisine din diye anlatılan hikayelerden ve ezberlenen ibarelerden ibaret bir din söz konusu. Onun için FETÖ, Kalkancılar başarılı oluyorlar. Hani bilmediğimiz şeyin peşine düşmeyecektik!

*

Yahu, sıradan insanlardan söz etmiyorum. Üniversite talebeleri, mezunları, yüksek lisans ve doktora yapan, siyaset, bürokrasi ve iş dünyasındaki, Media’daki STK’lardaki makam sahibi kişilerden söz ediyorum.

Mektepte okutulan din büyük ölçüde basmakalıp ibarelerden ibaret, ya da alameti farikaları yok edilmiş, birçok inanç sisteminde var olan ahlaki değerleri yüzeysel olarak anlatan bir din.

Bakın dini kaybederseniz, devlet filan kalmaz. Zaten aileyi kaybetmek üzereyiz. Yönetim kendini yenilememekte kararlı. Biz kendimizi değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek.

*

Fıkra ile başladık, fıkra ile noktalayalım. Sapık bir mezhebin mensupları, hocalarının önderliğinde sırat köprüsüne gelmişler.

Hocaları “işte şimdi bize vaad edilen cennetin kapısındayız. Hep beraber dünyadaki gibi birlikte gözümüzü kapayacak ve yolumuza devam edeceğiz. Kıldan ince kılıçtan keskin bu yol bugün size otoyol kadar genişletildi. Koşun.” Emrini vermiş.

Herkes gözünü kapamış, koşmaya başlamış. Ve tabii cehenneme yuvarlanmışlar. Ağlayanlar, bağıranlar… Bakmışlar, hocaları aralarında. ‘Bizi aldattın!’ demişler.

‘Evet ama, sizden galu bela’daki intikamımı aldım.’

‘Ama peki dünyada bize anlattıkların, gösterdiklerin neydi?’

Şeytan’da cevap hazır; ‘O reklamlardı!’

*

Vakit geç olmadan aklımızı başımıza alalım. Yerel belediye başkanlarına, yerel siyasetçilere, yerel patronlara, yerel sivil toplun kuruluşlarına, yerel markalara, yerel bürokratlara…

Bu gidiş iyi ve hayra alamet değil.

Bırakın kısır çekişmeleri, bırakın sen ben kavgasını, bırakın şu koltuk hastalığını, bırakın şu birbirinizin ayağını kaydırma alışkanlığını, bırakın şu iki günlük dünyada birbirinizi kırmayı, bırakın koltuk hevesini, bırakın dünya malına tamah etmeyi.

Bırakın ve…

Toparlanın!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol