Bir gün Behlül Dane, (günümüzdeki tercümesi ile pehlül, Allah adamı, kimseye zararı olmayan kendi halinde gariban adam) Harun Reşit’in sarayına gider, bakar ki Harun Reşit’in koltuğu boş, varır oturur. Kralın koltuğunda oturan Behlül Dane’yi gören muhafızlar, Allah adamını yaka paça indirip bir güzel döverler.

Patırtıyı duyan Harun Reşit bakar ki Behlül Dane yerlerde, perişan halde. Sorar muhafızlarına; “Bu adamı niye bu hale getirdiniz?”

Muhafızlar cevap verir; “Efendimiz, bu deli gelip sizin koltuğunuza oturdu, biz de yaka paça indirip bir güzel dövdük!” derler.

Bu kez Harun Reşit Behlül Dane’ye dönerek, “Bunu neden yaptın, neden gelip koltuğuma oturdun!” diye sorar.

Behlül Dane de; “Ben şurada, senin koltuğuna yarım saat oturdum, yemediğim dayak kalmadı. Sen senelerdir bu koltukta oturuyorsun, kim bilir yarın cehennemde ne kadar dayak yiyeceksin, onu merak ediyorum” cevabını verir..

*

Evet, koltuklar, maktamlar kral da olsan, sultan da olsan, padişah da olsan, kimseye baki değil. Koltuklar kalır, yerinde durur ama üzerine oturanlar gelip geçici. O bakımdan böbürlenmenin, kasıntılara kapılmanın, dağları ben yarattım demenin, insanları hakir-hor görüp alaşağı etmenin, mağdur etmenin hiç manası yok.

Hele hele şu üç günlük dünyada, makamın, servetin, koltukların boş olduğu günümüzde, insanlar kalender olmayı, babacan olmayı, kadirşinas olmayı akıl etseler, dünya güllük gülistanlık olacak.

Ama getir anlayanı, getir uygulayanı…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol