İnsanlığın başlangıcından günümüze kadar kadın; her dönemde uğruna savaşlar yapılan; destanlar, şiirler yazılan kutsal bir varlık olmuştur. Sosyal bir varlık olan insanoğlunun dünyada varlığını devam ettirebilmesi için kadın ve erkeğe ihtiyacı vardır. İnsanlığın hayatını devam ettirebilmesi için kadın olmazsa olmazdır. Erkek, bir elmanın yarısı gibi diğer unsurdur. İnsanlık var olduğu sürece kadına ihtiyaç duyacak ve onsuz yapamayacaktır. Kadın olmaz ise insanlık olmayacaktır.

İnsana; ilham ve yaşam kaynağı olan bu güzide birey, aynı zamanda da ne yazık ki birçokları tarafından aşağılanmış ve her zaman hak ettiği değerde yaşamını sürdürememiştir. Tarihi süreç içerisinde kadına hak ettiği değeri veren toplumlar hep zirvelerde gezmişlerdir. Kanaatimce bir toplumun veya devletin tarih sahnesinden silinmesindeki en önemli nedenlerden birisi kadının toplumda hak ettiği yerde olmayışıdır. Kadın ve erkek birbirlerinin rakibi değil, birbirinin refiki, yardımcısı ve tamamlayıcısıdır. Kadın sadece doğuran ve neslin çoğalmasını sağlayan değil, aynı zaman da insanlığı bir dantela gibi ilmik ilmik işleyen, onu hayata hazırlayan, şekillendiren bir mürebbiyedir.

*

Kadın insanlığın varoluşundaki temel taşlardan birincisidir. Tarih boyunca kadınlar hep toplumların temeli olarak kabul edilmiştir. Kadın doğurganlığı, verimliliği, analık içgüdüsü, şefkati, merhameti ve de sevgisiyle hayatın devamlılığını sağlamıştır. Dünyayı zerafetiyle ve letafetiyle kucaklamıştır. Aileyi ve toplumu şekillendiren kadındır. Ailenin temelini kadınlar yani analar oluşturmuştur. Kadın, önce insandır sonra  annedir ve her insan ilk eğitimini anne kucağında almaktadır. Kadın ne kadar çok şey bilirse, ne kadar donanımlı ise, eğitimliyse o kadarını çocuğuna aktarmakta ve bu zincirleme bir şekilde nesilden nesile devam etmektedir. Kadın, nesli ne kadar iyi eğitirse toplum o denli düzenli ve başarılı olmuştur. Unesco ya ait bir raporda şu satırlar yer alır. “Eğer bir erkeğe öğretirseniz yalnız bir şahsa öğretmiş olursunuz, eğer bir kadına öğretirseniz bir millete öğretmiş olursunuz.” (Göksel 1993) Kadının ve anaların olmadığı yerde hayatın canlılığından ve devamlılığından bahsetmek mümkün değildir. Bu yönüyledir ki kadın daima tabiata benzetilmiş, üretkenliği, güzelliği ve zarif fıtratıyla tabiatla eş değer görülmüştür.

*

Kadına verilen değer her toplumda farklılık arz etmiş, kadın çeşitli sebeplerle kimi toplumlarda yüceltilirken, kimi toplumlarda nesneyle bir tutulmuş, kimi toplumlarda ise kadın her zaman ikinci sınıf bir insan görülerek değer verilmemiştir. Kadına değer vermeyen toplumlarda dahi görülmüştür ki kadın sadece annelik vasfı nedeniyle öne çıkmış, bu sebepten bu toplumlarda da kadına ihtiyaç duyulmuştur. Bazı toplumlarda kadın kendi hakkını koruyamamış, erkek egemenliği altına girmekten rahatsız olmamış, haklı mücadelesinde olması gereken başkaldırıyı yapamamıştır. Kadına verilecek değer onun yaratılışı, doğası itibariyle zorunludur. Çünkü erkek ne kadar değerli ise kadın da aynı ölçüde değerlidir. Sahabiler döneminde pazarlarda bir nevi denetmenlik görevi yapan kadınlar olduğunu biliyor muydunuz? Fetihlerin artması, şehirleşmenin başlaması ile birlikte içe dönüş bir sosyal hayat başlamıştır. Aslında İslam Dini   “cennet anaların ayaklarının altındadır” düsturuyla kadına hak ettiği değeri vermiştir. Ancak İslam’ın bu öğretisi, toplumların farklı algı ve değerlendirmelerinden   gerçek hayatta kadını hak ettiği konuma ne yazık ki taşıyamamıştır. Bu öğreti kanaatimce sosyolojik olarak özümsenememiş ve kişilerin işlerine geldiği şekliyle yanlış yorumlanmıştır. Kadın ve erkek birlikte, sosyal hayatın içerisinde oldukları müddetçe gelişmişlik artacaktır. Eski Türk toplumlarında kadın her zaman erkeğinin yanında yerini almıştır. Öyle ki birçok Türk devletinde sultanın/hakanın olmadığı dönemlerde devlete sultanın eşi reislik etmiştir. Bu bilgiler sevindirici ve gurur vericidir.

*

Ancak toplum yapısında bu kadar önemli bir yere sahip olan kadınlar çağlar boyunca evlerine hapsedilmiş, erkek egemenliği altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. “Toplumda ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören kadınların eğitim seviyeleri de düşük kalmış, bu durum doğrudan toplumu etkilemiştir. Bir milletin seviyesini ölçmek için önce kadınlarına bakılmalıdır.” (Sami, 1996)”

Toplumun yarısını oluşturan kadınların her alanda geri bırakılması toplumun da ilerleyişini engellemektedir. Dolayısıyla kadının yapısında meydana gelen her türlü değişim önce ailesini sonra da tüm toplumu etkilemektedir. Bu sosyal, kültürel ve ekonomik değişiklikler toplumsal yapıyı etkilemektedir.

*

Atatürk 1923'de Konya'da konuşurken Türk Kadını ile ilgili düşüncelerini şöyle dile getirir:

"Belki erkeklerimiz memleketi istila edenlere karşı süngüleriyle düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim." (Feyzioğlu 1986:593) Bugünün gereklerinden biri kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir.(Kocatürk)

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol