Diyorsun ya…

Yok öyle bir dünya! Giyiyorsan, değecek. Kaçışın yok, kurtuluşun yok! Ya giymeyeceksin, giyince de şikâyet etmeyeceksin!

Ama önce giydiğin tuman (don) ve kıçın temiz olacak! Kıçın pislik doluysa, giydiğin don bir saat içinde kaşıntı yapar. Ha, kıçına güvenmiyorsan ona bir sözüm yok da, don giyersen katlanacaksın! Katlanacaksın ve tahammül edeceksin.

Hadi diyelim, cahillik ettin, şikâyetçi oldun. Gülerler sana. Hem de ağızlarıyla değil.

*

Hem belediye başkanı olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem akademisyen olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem siyasetçi olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem gazeteci olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem esnaf olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem sanayici@işadamı olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem bürokrat olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem sivil toplum kuruluşu kanaat önderi olacaksın, hem de eleştirilmeyeceksin!

Hem milletvekili olacaksın,  hem de eleştirilmeyeceksin!

Yok yahu, ananız güzel mi o kadar!

*

O kadar da değil. Yağma yok öyle. Kendine güvenmiyorsan, hiçbir koltuğa talip olmayacaksın! Ben siyasetçi değilim, beni falan gönderdi, beni feriştahı eleştiremez, benim uçan kuşa borcum var, kimse benden bir şey beklemesin deme şansın yok.

Ben gazeteciyim diye eleştirilmez değilim. Eleştiriyorsam, eleştiriye açık ve tahammüllü olmak zorundayım. Yemeyeceğim yemeğin başına geçmem! Okur bizi de eleştirecek kuşkusuz. Her zaman derim ya, eleştirinin de bir dozu, bir ahlakı, bir namusu var. Çizgiyi geçmeyecek, haddini bileceksin!

Haddini bilmezsen bildirirler sana ki, feleğini şaşırırsın! Nevrin döner valla!

*

Ben milletvekiliyim, ne dersem o doğru, ne yaparsam siz onay vermek zorundasınız… Hayır, bu o kadar da ucuz ve kolay değil. Senin her söylediğin, attığın her adım doğru olmayabilir. Bizi kandırmadığın ne malum! Vatandaşın telefonuna çıkmıyorsan, derdine derman olmuyorsan, bu eşim, bu dostum, bu akrabama diyerek siyasi gücü kendine yontuyorsan, çizginden ve hedefinden saparak sapkınlık yapıyorsan, ‘buyurun, bir çayımızı için!’ diye davet ettiklerinde burnunun ucu ile itiyorsan, tepeden bakıyor, ‘işim var!’ diye sıyrılıyorsan işin içinden, kusura bakma, padişahın püsküllü oğlu ve prensesin kızı da olsan, hedef tahtası bir tarafa, eleştirinin odağında, göbeğindesin.

*

Sonra, o don’u giymek için kıçın da temiz olacak. Yani pisliğe bulaşmamış olman gerekiyor ilkin.

Devam edelim…

Okur mesela… Bazı desem yalan olur, çoğu zaman başlığa bakar, haberin veya köşe yazısının ilk paragrafını okur, hemen not vermeye, eleştirmeye kalkışır. İçeriğine bakmaz, detaya inmez. İsimlere, tarihlere, olayın gidişatına, kahramanlarına dikkat etmez! Ayrıntıya takılmaz. Daha ilk paragrafta, ilk cümlede seni yerden yere vurur. ‘Bu ne biçim yazı, bu nasıl gazeteciliktir!’ der kalkar bir de sana gazetecilik dersi vermeye yeltenir!

Be kardeşim bitir haberi, yazıyı, sonra ne dersen, amenna! Ama önce dibini gör haberin, yazının! Sonra ne dersen baş göz üstüne!

*

Diyelim ki il ya da ilçe başkanısın. (Dikkat edin, burada parti yazmıyorum. Yazı genel. Üzerine alınan varsa, gam değil.) İlk çıkış noktan, yani start aldığın yer sağlam. Ama birkaç adımdan sonra güzergâhın dışına çıktığında, etrafındakilerin frenlemesi ile partiye gelenleri kapıda bekletiyorsan saatlerdir, onların talep ve ihtiyaçlarını yerine getirme noktasında kılını kıpırdatmıyorsan, kusura bakma, baban değil vezir, padişah da olsa eleştirilmeyi hak ediyorsun demektir.

Adam ol, ettirme!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol